Menü
Bilal Sambur
Bilal Sambur
Medine Vesikası’nın Aktüel Anlamı ve Değeri: Özgür, Farklı ve Barış İçerisinde Birlikte ve Bir Arada Yaşayabilir miyiz?
Eylül 25, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

İnsanlığın en büyük özelliği, farklı ırklardan, dinlerden, renklerden, cinsiyetlerden, mezheplerden, kültürlerden, kimliklerden, sınıflardan ve mesleklerden oluşan bir tür olmasıdır. Kâinatta hiçbir canlı türü, insanlık kadar kendi içinde farklılaşmamıştır. İnsanlığın en belirgin özelliği, çoğulculuğudur.  Her açıdan çoğul ve farklı olan insanların en asli ihtiyacı özgürlüktür. Özgürlük, çoğulcu olmanın zorunlu bir sonucudur. İnsanlar, özgürce kendilerine özgü olan farklılıklarını ifade etmek ve yaşamak isterler. Özgürlük ve çoğulculuğun uygulanabilmesi için ihtiyaç duyulan en önemli şey, barıştır. “Barışta her zaman hayır olduğu” (Nisâ, 4/128) mesajı, İslâm’ın merkezî değeridir. Barış olmadan özgürlük içinde insanî çoğulculuğun gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Barış ve özgürlük çerçevesinde birlikte ve bir arada insanî çoğulluğun yaşanması için çoğulcu, açık ve hür yaşama ahlâkına ve hukukuna ihtiyaç vardır.

İslâm Peygamberi’nin (sas) Medine döneminin başlarında uygulamaya koyduğu Medine Vesikası, bir arada yaşama ahlâkının ve hukukunun oluşturulmasında önemli bir tarihî ve manevî referanstır. Medine Vesikası Müslümanları, Yahudileri ve müşrik Arapları; özgürlük, hukuk ve eşitlik temelinde bir araya getirmeyi başaran önemli bir girişimdir. Farklılıkların barışçıl bir şekilde bir arada yaşamalarına imkân verecek ortak, katılımcı, âdil, özgür ve çoğulcu projelerin geliştirilmesine günümüzde de ihtiyaç vardır. Her toplumun içinde bulunduğu özel şartları dikkate alarak bir arada yaşama çerçeveleri oluşturmaları gerekmektedir. Medine Sözleşmesi, 622 yılındaki Medine’nin sosyal, ekonomik, güvenlik ve idarî ihtiyaçlarını dikkate alarak hazırlanmıştır. Medine Sözleşmesi’nin tarihsel ve yerel şartlarından ziyade, özgürlük, eşitlik, çoğulculuk ve katılımcılık değerlerinin günümüz şartlarında anlaşılması gerekmektedir.

Yeryüzünün ‘barış yurdu (dâru’s-selam)’ (Bakara, 2/208) hâline getirilmesi, insanlığın aslî görev ve sorumluluğudur. İslâm, insanlığı barışa çağırmakta ve kendisini barış dini olarak nitelemektedir. İslâm’ın kendini barış dini olarak konumlandırması, barışın insanın doğal durumu olduğu anlamına gelmektedir. Fıtrat dini olan İslâm, barışın varlığını fıtrî bir gereklilik olarak değerlendirmektedir. Rahmet Peygamberi’nin (sas) Medine Sözleşmesi etrafında barış, çoğulculuk ve özgürlük çerçevesinde bir arada yaşama çerçevesi oluşturması, İslâm’ın yeryüzünü barış yurdu yapma ve barışı fıtrî durum olarak gerçekleştirme amaç ve değeriyle uygunluk göstermektedir. Medine Sözleşmesi, İslâm’ın barış, özgürlük ve çoğulculuk değerlerinin somut olarak uygulanması için yapılan bir pratiktir. Özgürlük ve çoğulculuk içinde bir arada yaşama, İslâm açısından bir değer olduğu gibi, canlı bir şekilde insan hayatında da gerçekleştirilmesi gereken bir pratiktir. Medine Sözleşmesi, İslâm’ın bir arada yaşama teorisini ve pratiğini ifade eden bir referans olması açısından büyük değer taşımaktadır.

Hicretten önce Medine’de bir kaos ve anarşi hâli vardı. Kabileler, sürekli olarak birbirlerine saldırıyorlardı. İnsanlar, kabile ve kan bağlarıyla kendilerini sınırlıyorlardı. Müslüman, Yahudi ve Pagan Arap kabileleri, Medine Sözleşmesi etrafında bir araya gelmişlerdir. Sözleşme, insanları kabile bağlarına hapsolmaktan ve dar kimlik taassubundan yana özgürleştirmiş, birbirlerinin yaşam alanlarına saldırmalarını yasaklamıştır. Medine Vesikası’na göre bütün taraflar, ümmet kavramı etrafında bir birlik oluşturmaktadır (2. madde). Sözleşme, toplumsal kesimlerin dinsel, kimliksel, kültürel ve sosyal açılardan özerk, siyâsâl, idarî ve diplomatik açılardan birlik olmalarını sağlayan önemli bir projedir. Sözleşmedeki ümmet kavramı, insanlar arasında ırk, din, kabile, soy ve etnisite açısından ayrım yapmayan çok kapsayıcı bir anlama sahiptir. Medine Sözleşmesi’ndeki ümmet kavramının insanî birlik anlamında   kullanılması, kişilerin ve grupların yapay kalıplara ve kimliklere hapsolmadan özgürlük ve çoğulculuk içinde bir arada yaşama bilincini kazanmaları açısından önemli bir yeniliktir.

Özgürlük, çoğulculuk ve barış çerçevesinde bir arada yaşama arayışı, yaşamayı ve yaşatmayı her şeyin üstünde tutmaktır. Ölümü ve öldürmeyi esas alan nekrofilizm, savaşı ve şiddeti yüceltmekte ve kutsamaktadır. Barışa, özgürlüğe ve çoğulculuğa dayanan biyofilizm, hayat merkezli kültürün inşası ve ihyası anlamına gelmektedir. Medine’de kabileler arası çatışmalar, Araplar ve Yahudiler arasındaki anlaşmazlıklar, Bâs savaşları, Medine’de bir ölüm kültürünün egemen olmasına neden olmuştu. Medine Vesikası, o dönemde hâkim olan savaş ve ölüm kültürüne karşı yeni bir yaşam stilinin mümkün olduğunu ortaya koymak için formüle edilen bir arada yaşama çerçevesidir (modus vivendi).  Medine Vesikası, savaşmanın, şiddetin ve ölümün insanların ve toplumların kaderi olmadığı, barışın, özgürlüğün, çoğulculuğun ve hayatın sahici ve sahih alternatif olduğunu göstermektedir.

Bir arada barış içerisinde yaşamak için hiç kimsenin dışlanmaması lazımdır. Barışta, özgürlükte ve çoğulculukta istisna olmaz. İslâm, insanlıkta istisna yapmamaktadır. Müslüman-Müslüman olmayan, kadın-erkek, bedevi-medeni, köylü-şehirli, çocuk-yetişkin, herkes barış içinde bir arada yaşama çerçevesinin içindedir. Barış hakkı, bir insan hakkıdır. Barış hakkı, herkesin barış içinde bir arada yaşamak için ortak bir çerçeve oluşturulurken dışlanmamasını gerekli kılmaktadır. Bir toplumsal kesimin ötekileştirilmesi, dışlanması, ayrımcılığa maruz kalması, insan haklarının ve barış hakkının ihlal edilmesi anlamına gelmektedir.  Medine Vesikası, barış içinde bir arada yaşamak için bütün toplumsal unsurların kapsanması gerektiğini bize öğretmektedir.

İslâm, yeryüzünde barışın yaygınlaştırılmasını bütün insanlığa sorumluluk olarak yüklemektedir. Rahmet Peygamberi (sas), “Ey insanlar, barışı yayın, yaygınlaştırın ve kapsamını geniş tutun” demektedir. İnsanların, sadece sözle birbirini selamlaması yetmemektedir. Barışın kişisel ve toplumsal ilişkilerin dayanağı hâline gelmesi, toplumsallaşması ve kurumsallaşması gerekmektedir. İnsanlar, toplumlar, ilişkiler ve kurumlar, insan haklarının, insan onuru ve özgürlüğünün ve insanî farklılıkların ihlal edilmeyeceği, insan olarak farklı olmalarından dolayı başlarına kötü ve korkunç zulümler gelmeyeceğinden emin olmalıdırlar. Rahmet Peygamberi (sas), Medine’de despotizme dayalı bir korku toplumu inşa etmeyi amaçlamamıştır. Rahmet Peygamberi (sas), Medine’de herkesin kendisini güvende hissedeceği, ahlâka, hukuka ve özgürlüğe dayalı bir insanî birliktelik oluşturmak istemiştir. Medine Vesikası, aktif ve işlevsel bir barış projesidir. Herkesin toplumsal hayatın kıyısında değil, aktif olarak toplum hayatının her alanında olması, Medine projesinin bir gereğidir. Pazarda, okulda, mabette, sokakta, ailede, kısacası herkes bulunduğu yerde aktif olarak barış içinde toplumsal hayata katkı sunmalıdır. Medine Vesikası, barışı, özgürlüğü ve çoğulculuğu toplumsallaştırmak, kurumsallaştırmak ve yaygınlaştırmak için gerçekleştirilen sahici bir pratiktir.

Barış, özgürlük ve çoğulculuk için bütün insanlara bir arada yaşama mesajının iletilmesi lazımdır. İslâm, insanlığa “Ya eyyuhe’n-nasu/Ey insanlar!” diye hitap eden bir dindir. İnsanlara cinsiyetleriyle, renkleriyle, kabileleriyle, mezhepleriyle, sınıflarıyla hitap etmeyen İslâm; bütün bireyleri onur ve özgürlük sahibi insanlar olarak en üst düzeyde konumlandıran Medine Vesikası’nın zor bir tarihsel dönemde uygulanmasına kaynaklık etmiştir.

Barış içinde bir arada yaşamanın gerçekleşmesi için gerekli olan şey, akıldır. İnsanlar arasında bir arada yaşamayı ve barışı imkânsızlaştıran durumlar, ayrımcılıklar ve çatışmalar, irrasyonelliğin sonucudur. Kabileciliğin, cinsiyetçiliğin, ırkçılığın, ayrımcılığın ve fanatizmin hiçbir aklî temeli yoktur. İnsanların kendi aralarında barışı gerçekleştirmeleri için ihtiyaç duydukları en önemli kaynak, akıldır. Yüz yirmi yıldan daha fazla kabilecilik ve yağmacılık adına birbiriyle çatışan kabilelerin, akıllarını kullanıp Rahmet Peygamberi’nin (sas) etrafında birleşmeleri ve Medine’de yeniden bir arada yaşama zemininin oluşturulması için irade ortaya koymaları, Medine Vesikası’nın doğmasına neden olmuştur. Medine Vesikasının arkasında akıl vardır. Hurafecilik, fanatizm, kabilecilik, milliyetçilik, cinsiyetçilik, yağmacılık, mafyacılık, despotizm, cehalet gibi sapkınlıklar etrafında barış içinde bir arada yaşamak mümkün değildir. Medine Vesikası’ndaki maddeler, o günkü toplumun tecrübesinden süzülerek ortak bir akla dönüşmüş ihtiyaçların ifadesidir. Akıl; dinin, barışın, özgürlüğün, hukukun ve ahlâkın temelidir.

Bir arada yaşamak için hukuksal ve ahlâkî bir çerçevenin ortaya konması için insanlar arasında duygusal, düşünsel ve işlevsel bağların var olması gerekmektedir. Rahmet Peygamberi (sas), Mekke’den hicret eden muhacirler ile Medine de yerleşik olan ensar arasında güçlü duygusal, manevî ve sosyal bağların kurulmasını gerekli görmekteydi. Rahmet Peygamberi (sas), muhacir ve ensarı birbirine yakınlaştırmak, tanış kılmak ve akraba kılmak için kardeşleşme (muâhât) projesini hayata geçirdi. 45 ensar ve 45 muhacir birbirine kardeşleşme yoluyla akraba hâline getirildi. Bir arada yaşamak için yazılı metinler yeterli değildir. Barış, özgürlük ve çoğulculuk için insanların bir arada yaşamanın sözleşmelerini ilk önce kalplerinde imzalamaları gerekmektedir. Duygusal ve manevî açılardan birbirinden kopmuş ve yabancılaşmış insanların sahici anlamda bir toplum olmaları mümkün değildir. Hicretten sonra Medine’de uygulamaya konulan kardeşleşme pratiği, çoğulcu, açık ve özgür bir insanî toplumun inşası için önemli bir zemin inşa etmiştir.

47 maddeden oluşan Medine Sözleşmesi, barış ve çoğulculuk çerçevesinde bir arada yaşamak için farklı toplum kesimleri arasında imzalanan sosyal bir metindir. Medine Sözleşmesi, salt bir siyâsâl metin değildir. Medine Sözleşmesi, insanî ve sosyal bir metindir. Medine Sözleşmesi, günümüz anlamında bir anayasa değildir. Medine Sözleşmesi, bir devletin vazettiği bir metin değildir. Medine Sözleşmesi yapıldığı zaman Medine’de bir devlet söz konusu değildir. Medine’de farklı toplumsal kesimler, birleşik, eşit ve dayanışma içinde olan yeni bir toplumsal yapı oluşturmak için Medine Sözleşmesi çerçevesinde bir araya gelmişlerdir. Medine Sözleşmesi, farklı toplumsal kesimlerin sosyal girişimleri sonucu vazedilmiştir.  Medine Sözleşmesi’nin amacı, tek bir grubun egemen olduğu bir devlet kurmak değil, barış, özgürlük ve çoğulcu çerçevede bir arada yaşayan bir açık toplumun oluşumuna zemin hazırlamaktır. Medine Sözleşmesi’nin amacı özgür, açık ve çoğulcu bir toplum oluşturmaktır.

Medine Sözleşmesi, hukuk içerisinde eşitlik, özgürlük ve çoğulculuk temelinde bir toplum oluşturmak için Müslümanların, Yahudilerin ve Paganların imzaladığı bir metindir. Çoğulcu bir şekilde bir arada yaşamak için adalete, eşitliğe, özgürlüğe ve güvenliğe ihtiyaç vardır. Adalet ve eşitliğin olmadığı bir yerde farklılıkların barış içerisinde bir arada yaşanması, insan hakları ve özgürlüklerinin korunması mümkün değildir. Zulüm, cehalet ve düşmanlık yerine Medine Sözleşmesi, adalet, hikmet ve kardeşlik temelinde yeni bir yol sunmaktadır. Medine Sözleşmesi, bir tarafın çıkarları uğruna diğer toplumsal kesimlerin ezilmesini sağlayan bir çerçeve değildir. Bir arada yaşayabilmek için herkesin kendisini eşit, güvenli ve özgür hissetmesi gerekmektedir. Medine Sözleşmesi’ni imzalayan taraflar, herkesin kaybettiği eski düzen yerine herkesin kazandığı yeni bir toplumsal düzen modeli ortaya koymaktadır.

Medine Sözleşmesi, toplumsal kesimlerin uymaya söz verdikleri insanî bir metindir. Medine Sözleşmesi’ni imzalayan Müslümanlar, Allah’ın huzurunda bu sözleşmeye uymaya söz verdikleri bilincine de sahiptirler. Bir arada yaşayabilmek, aslında Allah’ın huzurunda yaşamak anlamına gelmektedir. Birbirimizin özgürlüklerine, haklarına ve farklılıklarına saygı duymaya söz vermek, aynı zamanda insan hak ve özgürlüklerinin korunması için Allah’a söz vermek anlamına gelmektedir. Medine Sözleşmesi, bir sosyal ve hukukî çerçeveye sahip olduğu gibi, ilâhî ve manevî bir arka plana da sahiptir.

Medine’deki toplumsal kesimler arasında yapılan sözleşme, Müslümanların ve Rahmet Peygamberi’nin (sas) dayatması sonucu gerçekleşmemiştir. Sözleşmenin yapılabilmesi için tarafların karşılıklı olarak taleplerini ifade etmesi ve bu talepler üzerinde tarafların uzlaşması ve onaylamaları gerekmektedir. Sözleşme, insanlara ve gruplara hak ve sorumluluklar getiren bir durumdur. Bundan dolayı tarafların, sözleşmede yer alan hususları özgürce konuşmaları, tartışmaları ve anlaşmaları gerekmektedir. Medine Sözleşmesi, dayatmacı bir müdahaleyle değil, müzakereci ve çoğulcu bir sürecin sonucu olarak hazırlanmıştır. Özgürce yürütülen müzakereler sonucunda Medine Sözleşmesi, toplumun geniş kesimlerinin rızası alınarak yürürlüğe konmuştur. Tarafların kendi iradeleriyle sürece katılmaları ve katkı sunmaları, ahlâkın ve özgürlüğün bir gereğidir. Zorlamayla ve despotça dayatılan sistemler, insanın ahlâklı ve özgür olarak yaşamak ihtiyacını inkâr etmektedirler. Özgürlüğün olduğu yerde ahlâk ve katılım vardır. Medine Sözleşmesi’nin ahlâk ve özgürlüğü koruma konusunda hassas olduğunu söyleyebiliriz.

Rahmet Peygamberi (sas), tevhit mesajını tebliğ etmesine rağmen, insanları kendi mesajını kabul etmeye zorlamamıştır. Peygamber, Yahudilerin ve müşriklerin kendi inançlarını korumalarına, yaşamalarına ve devam ettirmelerine karışmamıştır. Dinî alanda farklı bir tercihte bulunmak, doğal bir insan hakkı ve özgürlüğüdür. Peygamber uygulamasında din alanında hiçbir şekilde zor kullanılmayacağını, dinî alanın bütün güç müdahalelerine kapalı olduğunu, dinî alanda belirleyici olanın insanların özgürce yaptıkları tercihler olduğunu söyleyebiliriz. Dinî alanı şekillendiren ana faktörün insanın yapmış olduğu tercihler olduğu anlayışı; insan onurunun, özgürlüğünün ve çoğulculuğunun bir gereğidir. Farklı bir din ve inanç tercihinde bulunmak bir suç olmadığı gibi, herhangi bir cezayı da gerektirmemektedir. İnsanın özgürce bir inancı seçmesi, onun seçtiği dini yaşama hakkına ve özgürlüğüne sahip olması anlamına gelmektedir. İnanç özgürlüğüne saygıya dayanan Medine Sözleşmesi, insanların dinî tercihlerini, haklarını ve özgürlüklerini tanımayı ve saygı duymayı esas alan bir çerçeveyle hazırlanmıştır.

Kişiler, gruplar ve kurumlar, hayatın her alanında birbirleriyle sözleşme yapmaktadırlar, Siyaset, ekonomi, ticaret, diplomasi, din, aile, eğitim ve hukuk sözleşmelerle işleyen insanî tecrübelerdir. Sözlerin ve sözleşmelerin unutulmaması, verilen sözlere ihanet edilmemesi, insanların özgürlük, hukuk ve barış içinde bir hayat sürmeleri için olmazsa olmazdır. Biz kendimizden farklı olanlara söz veriyor ve sözleşmeler yapıyoruz. Söz verdiğimiz ve sözleşme yaptığımız kişilerin, bizimle aynı dini, mezhebi, milliyeti, cinsiyeti, rengi, sınıfı ve mesleği paylaşması önemli değildir. İnsanlar arasında ayrım yapmadan bizden farklı insanlara verdiğimiz bütün sözlere ve yaptığımız sözleşmelere, sonuçları aleyhimize bile olsa riayet etmek ahlâkî, hukukî ve insanî bir sorumluluktur. İnsanlık ailesi içinde bütün farklı insanları, kardeşlerimiz olarak bilmek lazımdır. Farklılıklarıyla birlikte bütün insanların kardeşlerimiz olduğu ve hepimizin insanlık ailesinin mensupları olduğu bilinciyle ve olgunluğuyla sözün ve sözleşmenin değerini kavramaya ihtiyaç vardır.

Medine’de o dönemde yaralama, cinayet ve kan davaları gibi yakıcı sorunlar bulunmaktadır. Medine Sözleşmesi, insanların yaşam hakkını tehdit eden bu sorunların çözümüne merkezî bir ağırlık vermektedir. Şiddet, savaş ve çatışmalardan tükenme noktasına gelmiş bir toplumun normalleştirilmesi ve güvenli hâle getirilmesi, Medine Sözleşmesi’nin ana amacıdır. Medine Sözleşmesi, Yesrib’teki normalleşme sürecinin ana dokümanıdır. Sözleşme, yeni bir normalleşme süreci için hak ve adalet değerleri çerçevesinde yeni bir açılım süreci başlatmaktadır. Medine Sözleşmesi, Yesrib’in bir barış şehri olması ve insanların bu yeni barış evine girmeleri için yapılan yeni bir düzenlemedir. Medine Sözleşmesi, insanın Allah’la, toplumla ve tabiatla barış içerisinde ilişkiler kurmasını, yeni bir ahlâk ve hukuk tecrübesine imkân sağlamaktadır. Medine Sözleşmesi’nin arkasında Allah’a ibadet ve muhabbet, mahlukata ise merhamet ve hizmetle yaklaşılması şeklinde derin bir manevî ve ahlâkî anlayış bulunmaktadır. Tevhit, O’nun yarattığı bütün mahlukata merhamet ve hizmet etmeyi aslî görev sayan fıtrî bir mesajdır.  Tevhide göre Allah’ı sevmek, onun yarattığı canlılar alemine merhamet ve hizmet etmektir. Medine Sözleşmesi, Allah’ın huzurunda insanın insana merhamet ve hizmet etmeye söz verdiği bir misaktır.

İslâm Peygamberi (sas), hicretten sonra Medine’de kendisine yeni bir düşman tanımı yapmamıştır. Başka bir ifade ile Peygamberimiz (sas) ve Müslümanlar, Medine’de Yahudileri ve Pagan Arapları İslâm’ın ötekisi olarak görmemişlerdir. Rahmet Peygamberi (sas), Yahudileri ve Paganları   farklı muhataplar olarak görmektedir.  Barış içerisinde bir arada yaşamak için farklı olanı, öteki ve düşman   olarak görmemek lazımdır. Bugünkü dünya sisteminin en büyük sorunu, sürekli olarak düşman icat etmeye ihtiyaç duymasıdır. Soğuk savaş yıllarında Komünizm ve Sovyetler düşman olarak konumlandırılmıştır. Soğuk savaşın bitmesinden sonra İslâm fundamentalizmi adı altında yeni bir düşman icat edilmiştir. Rahmet Peygamberi’nin (sas) Medine’de yeni düzenin inşası için düşman icat etmeye ihtiyaç duymaması çok önemlidir. Medine Sözleşmesi, Rahmet Peygamberi’nin (sas) dünyasında iç düşman olmadığını da göstermektedir. Peygamberimiz (sas), Medine’deki bütün sosyal kesimleri sözleşmeye dahil ederek içimizde düşman yok!’ mesajı vermiştir.

Medine’de yeni bir sosyal yapı kurulması için Müslümanların veya farklı bir sosyal kesimin diğer kesimler üzerinde baskı kurulmasına izin verilmemiştir. Toplumda var olan bütün sosyal kesimler oldukları gibi kabul edilmiştir ve toplumsal çoğulculuğun korunması hukukî ve sosyal güvenceye kavuşturulmuştur. Çoğulculuk, insanları ve grupları, kimlikleri ve kültürleri olduğu gibi kabul etmeyi gerektirmektedir. İnsan hakları, insanların dili, kimliği, inancı ve tarihi şeklindeki kültürel haklarının korunmasını da zorunlu kılmaktadır. Medine Sözleşmesi’nin dinî ve kültürel hakları koruması önemlidir.

Kabileler arası sonu gelmeyen hegemonya ve hâkimiyet mücadeleleri, toplumu bitkin, yorgun ve tükenmiş hâle getirmişti. Özgür ve çoğulcu insanî bir toplumun oluşması hâkimiyet ve hegemonya temelinde kurulamaz. Otoriter ve totaliter sistemler, insanların kimliklerini, kültürlerini ve inançlarını kabul etmemektedirler. Otoriter ve totaliter sistemlerde gücü elinde bulunduranın kimliğinin, kültürünün ve inancının dayatılması, çoğulculuğun ortadan kaldırılarak tek kimlik, tek kültür ve tek inanç empoze edilmesi anlamına gelmektedir. Otoriter ve totaliter sistemler, insanî özgürlüğü ve çoğulculuğu kendilerine tehdit olarak görmektedirler. Medine Sözleşmesi, otoriter ve totaliter bir yaklaşıma sahip olmadığından homojenleştirmeyi ve tek tipleştirmeyi kabul etmemiştir. Medine Sözleşmesi’nin amacı, herkesi Müslümanlaştırmak değil, herkesin farklılığını koruyarak barış içinde yaşamasını sağlamaktır. Medine Sözleşmesi’nde dinî alan tamamen kişilerin karar verebileceği bir konu olarak düşünülmüş ve herkesin dini kendisine anlayışı benimsenmiştir. Medine Sözleşmesi, Medine insan toplumunun hâkimiyet ve hegemonya temelinde değil, açıklık, eşitlik ve katılım temelinde kurulması anlayışına dayanmaktadır. Medine insan toplumunda Müslümanların, Paganların ve Yahudilerin özgür olarak inanç ve kültürlerini yaşamaları, farklı kültürleriyle şehrin idaresine ve savunmasına katkıda bulunmaları imkânı..

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Günümüzün Endülüsü: Doğu Türkistan ve Toplama Kamp...
Murat Yılmaz
Doğu Türkistan ile İlgili Uluslararası Kuruluşlar...
Gülden Sönmez
Doğu Türkistanlı Uygur Türklerinin Ulusal ve Ulus...
Şevket Nasır
Türkiye’de Faaliyet Gösteren Doğu Türkistan Kuruml...
Cengiz Hanoğlu
Uygur Tababeti
Ahsen Nur Katırcıoğlu
RÖPÖRTAJLAR
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
"Filistin davası, Filistinlilerin ya da Arapların ...
Abdurrahman Arslan
“Dünyaların değiştiremediği insanlar ancak dünyala...
Muhammed Emin Yıldırım
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
Avrupa’nın Ortasında Var Edilen Güçlü Bir İnanç İk...
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
Ensârî Bir Muhacir: Zekvân b. Abdükays...
Miraç Okutan
NEBEVİ VARİSLER
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Ca'fer b. Ebû Talib
Zeynep Simit
Süleyman b. Yesâr
Ruveyda Büyükkendirci
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x