Günlük hayatta mahiyetinin tam olarak ne olduğunu bilmeden sıkça kullandığımız kavramlardan biri “modern” ve ondan türeyen “modernist, modernite, modernleşme” kavramlarıdır. Bu kavramlara toplumuzda genelde müspet bir anlam yüklenmektedir. “Modern eğitim”, “modern bina”, “modern mimari” vb. gibi kullanımlar söz konusu unsuru yüceltmek, için tercih edilir. Burada “modern” sıfatı ile “en yeni”, “en iyi”, “en ileri teknoloji”, “en kullanışlı ve faydalı” vb. olanı anlatan muhteva kast edilir. Bu ifade ve kullanım bir yönüyle çok da yanlış sayılmaz. “Modern” sıfatı içinde bulunduğumuz çağa-zamana ait değerleri ifade edildiğinden ciddi bir yanlış söz konusu değildir. Ancak meselenin felsefî, tarihî ve düşünsel seyrine baktığımızda ciddi bir çelişkinin, yanlış anlatımın var olduğunu görmek mümkündür. Dinî, ilahî düşünce ve genelde bir dindar ve inanan açısından, manevî ve felsefî değerler nazarıyla “modern” olan ile ciddi bir mesafe, çekince hatta muhalefet olması gerekirken aksine gayet barışık ve iç içe bir pratik hayatın seyrettiğini görmek ilginç bir tecrübedir. Toplumumuz bu durumu Tanzimat senelerinden beri yükselen bir hızla devam ettirmektedir. Şu halde önce “modern”, daha sonra da “modern eğitim” nedir? Kısaca buna bakalım:
Modern hayat
“Modern”, “modo” kökünden türeyen, “yeni, en yeni, içinde bulunan zamana ait, moda olan şey” anlamlarında Latincenin kadim kavramlarından biridir ve yaygın kullanımı 18. yüzyılda başlamıştır. Ancak bu zamanda kavram kadim anlamından ziyade yepyeni bir manaya bürünmüştür. Avrupa’da 18. yüzyıl sonrasındaki modern kavramının anlamı, din, devlet, toplum yapılarının kendinden önceki hayattan hemen her şeyi ile farklılaşan, yepyeni bir düşünce, felsefe ve inanç dünyayı anlatır. Bu yeni hayat meşruiyetini öncesindeki inanç ve felsefe dünyasından kopmakla gerçekleştirmiştir. Avrupa modern hayatının özgün, ayırt edici vasfı, yüzyıllardır kendi içinde mücadele ettiği ilahî merkezli din, devlet, toplum, sosyal yapı ve zihniyet dünyasının yerine beşer (humanity), akıl (ratio) merkezli bir hayatı ikame etmesidir. Bu yeni durum sadece bu dünyaya ait, bu dünyanın imkânlarına ve şartlarına itibar eden ve geleceği buradan kurgulayan bir zihniyet ve hayat çerçevesi öngörmüştür. Modernitenin felsefî alt yapısı üzerine modern devlet, toplum ve diğer sosyal yapılar inşa edilmiştir.
Modern devlet
Modern hayatın kuşkusuz en başat unsuru “modern devlet”tir. Modern devletin önceki devletten (“geleneksel devlet” ya da “ancien régime”) bariz farklı yönetim, iktidar mekanizmasının oluşumu, değişimi ve bunun sürdürülme biçimidir. İlahî meşruiyeti haiz bir devlet yönetiminden öte; “halk”, “ulus” olarak kavramsallaştırılan yönetilen kitlenin görece seçtiği, belirlediği, beşer kaynaklı ilkeler ağı etrafında (anayasa) değişken bir yönetim sisteminin (seçim, parlamento, meclis vb.) öngörülmüştür. Modern devlet, yönettiği kitle ile ilişki düzeyini ve biçimini (güvenlik, eğitim, sağlık, iletişim, ulaşım, ticaret vb. ) de belirgin şekilde değiştirmiştir.
Modern devletin ana dinamiği modern ekonomidir. Bu yeni ekonomik düzenin temelleri coğrafi keşifler, sömürgecilik, bilimsel devrimler, teknik ve teknolojideki gelişmeler, sanayileşme, endüstrileşme ve şehirleşme ile kurulmuş yeni formdur. En az masrafla en yüksek kâr, seri üretim, tabiî ve beşerî kaynakların sonuna kadar tüketilmesi modern ekonominin özü, özetidir. Bu düzeni kontrol eden ana mekanizma şirketlerdir. Şirketler aynı zamanda modern devletin de gerçek sahipleridir. Modern devletin güvenliğini, merkezî ve daimi askerî güç (modern ordu) sağlayabileceğinden modern ekonomiyle eş zamanlı olarak modern ordular teşekkül etmiştir. Modern ordu, kaynağını zorunlu olarak halkın sağladığı, devletin finanse ettiği gelirlerle sürdürülen güvenlik teşkilatıdır. Modern ekonomi ve modern ordunun dolayısıyla modern devletin işlevsel, sürdürülebilir ve etkin olabilmesi için iki temel ihtiyaç ortaya çıkmıştır: Bürokrasi ve kamusal eğitim.
Modern devlet, meşruiyetini ihdas için “cumhur/halk” onayına muhtaçtı ve bunu sağlamanın yolu, bölünmez ve devredilemez egemenliğin temsilcilerini belirlemekti. Bu stratejiyi işler hale getirmek için güvenlik (ordu) ve bilinçli insanlar (vatandaş) topluluğuna ihtiyaç duymuştur. Devletin tasarımcıları vatandaşı icadın yolunu devletin kontrolünde sıkı, sistematik bir eğitim sisteminde bulmuştur. Zira vatandaş, sınırlarını devletin belirlediği bilgi ve beceri donanımına sahip insanlar topluluğu olacaktır. Bu sebeple devletin malî yönünü inşa eden modern ekonomi ve onun güvenliği için modern ordu yanında bütün bunların beşerî sermayesini temin için modern eğitim sistemi zorunlu bir ihtiyaç halinde ortaya çıkmıştır. Özetlenecek olursa modern eğitim, 18. yüzyılın sonlarında modern devlet, modern ekonomi ve modern ordu bileşenlerinin koordinesi, devamı ve işlerlik kazanması için inşa edilmiş bir insan yetiştirme sistemidir. Modern eğitimin felsefi temelleri Erasmus başta olmak üzere, Locke, Rousseau, Kant, Hegel ve Fichte gibi pozitivist, liberal ve seküler düşüncenin mimarı filozoflar tarafından belirlenmiştir.