Menü
Mefail Hızlı
Mefail Hızlı
Örneklikleriyle Yıldızlaşan Öncü Nesil: Sahâbe-i Kirâm
Aralık 22, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

Sahâbe ve Önemi

Yaygın tarifiyle Hz. Peygamber’i (sas) mümin olarak gören ve onunla birlikte bulunan kişiye “sahâbî” denilmektedir. Bu kelimenin çoğulu için “sahâbe” ve “ashâb” sözcükleri kullanılır. Gerçekten muazzez İslâm dininin bu kurucu nesli çok önemli nitelikleriyle karşımıza çıkmaktadır. Aktarılacak bu özelliklerin şüphesiz en dikkat çekeni ise onların Ümmet-i Muhammed’e örneklikleridir.

İlk dönem İslâm tarihi kaynaklarının hemen tamamı Hz. Peygamber’e risâlet görevi verildikten sonra çevresinde öbek öbek oluşan müminlerin ortaya koydukları muhteşem mücadele ve yaşadıkları acımasız zulümlerin hikâyelerini aktarmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’in hayırla bahsederek övdüğü bu öncü nesil, Resûlullah’ın (sas) peygamberlik görevinin her aşamasına şahit olan, onun her hareketini yakından takip eden ve kendilerinden sonra kıyamete kadar Müslümanların yararlanacakları büyük bir bilgi hazinesi bırakmış olmaları bakımından da bu ümmetin göz bebeği olmaya hak kazanmışlardır.

Açıkça ifade etmek gerekirse, İslâm’a dair Kur’ân-ı Kerîm’in dışındaki bilgilerin tamamını ashâb-ı kirâma borçluyuz. Hz. Peygamber’in başta o mübarek söz, fiil ve davranışlarının olabildiğince titiz bir şekilde bize aktarılmasını sağlayan sahâbîler olmasaydı İslâm dininin anlaşılması ve hayata taşınması açsından pek çok sıkıntıyla karşı karşıya kalmamız kaçınılmaz olurdu. Resûlullah’ın (sas) gözetiminde yetişen, tâlim ve terbiyesine muhatap olan sahâbe, Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli vesilelerle övülmüş, yüceltilmiş, cennetle müjdelenmiş ve tezkiye edilmiştir (bkz. Bakara 2/143, Âl-i İmran 3/110, Enfal 8/64, Tevbe 9/100, Enbiya 21/101, Neml 27/59, Fetih 48/18, Hadid 57/10, Haşr 59/8-10).

İslâm dinin pek çok detay ve inceliklerini kendilerinden öğrenme şansı bulduğumuz ashâb-ı kirâm, en azından bugün elimizde bulunan hadis külliyatına sahip olmamızı sağlamış, ayrıca inen birçok âyetin sebeb-i nüzûllerini öğrenmemize imkân tanımışlardır. Bütün Müslümanların yakinen takip ettiği Hz. Peygamber’in (sas), Kur’ân’da yer alan ve hayatın bütününü kapsayan hükümler ve ibadetlerin nasıl uygulanacağı ve o muhteşem güzellikteki hayatı boyunca ortaya koyduğu diğer icraatlarına dair ayrıntıları işte bu nezih neslin çabalarıyla öğrenme fırsatı bulmaktayız.

Diğer taraftan Hz. Peygamber (sas), âyet-i kerîmelerin ilk muhatabı olarak Kur’ân-ı Kerîm’in nasıl yaşanması gerektiğini şüphesiz “üsve-i hasene” (Ahzab 33/21) olarak göstermiş ancak bunun toplumdaki yansıması sahâbe ile mümkün olmuştur. Güzide mümin topluluğu olan ashâb-ı kirâm, “en güzel örnek” olan Resûlullah’ta gördüklerini aile ve cemiyet hayatına son derecede başarılı bir şekilde taşıma başarısını göstermiş; İslâm’ın, toplum hayatında yaşanabilirliğini en güzel biçimde kanıtlamış ve kendilerinden sonra gelecek Müslüman nesillerin örnek aldıkları mümtaz şahsiyetler olma şerefine erişmişlerdir.

Sahâbenin Değeri

İslâm’ın yüce kitabı Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in (sas) nezdinde ashâb-ı kirâmın yüksek bir makama, benzersiz şan ve şerefe sahip olduğu anlaşılmaktadır. Allah Teâlâ, onları “insanlık için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmet” (Âl-i İmran 3/110) olarak nitelendirmiştir. Gerçekten de canlarını, mallarını ve değer verdikleri her şeylerini ortaya koyarak büyük bir fedakârlıkla Hz. Peygamber’e bağlanmışlar, tam anlamıyla teslimiyet gösterdikleri İslâm dinini yaşamak, yaşatmak ve hizmetinde bulunmak için adeta yarışmışlardır. Sahip oldukları bu üstün meziyeti ve ayrıcalığı; gösterdikleri teslimiyet, yaptıkları fedakârlıklar ve sergiledikleri örnek davranışlar sayesinde elde eden sahâbe hakkında Kur’ân-ı Kerîm de övgüyle bahsetmiştir. Kısacası Yüce Allah, ashâb-ı kirâmın mutedil ve örnek bir topluluk olduklarını (Bakara 2/143), Allah ve resûlüne iman edip tam teslimiyet gösterdiklerini ve büyük ecir kazandıklarını (Âl-i İmran 3/172, 173), Allah’ın kendilerinden, kendilerinin de Allah’tan razı olduklarını ve kendileri için ebedî olarak kalacakları cennetler hazırlandığını haber vermiştir (Tevbe 9/100). Kendilerine af, mağfiret ve büyük mükâfat vâdedilen (Feth 48/29) bu seçkin neslin (Neml 27/59) Allah ve Resûl’üne yardım eden sadık müminler olduklarını (Haşr 59/8), ihtiyaç içinde bulunmalarına rağmen başkalarını kendilerine tercih ettiklerini ve kurtuluşu hak ettiklerini (Haşr 59/9), affedildiklerini (Tevbe 9/111), gerçek müminler olarak bağışlanacaklarını ve ahirette cömertçe rızıklandırılacaklarını (Enfal 8/74) yine Kur’ân-ı Kerîm’de bizzat Cenab-ı Hak belirtmek suretiyle değerlerine işaret etmektedir.

Yine Kur’ân’da yer alan âyet-i kerîmelerde ashâbın Hz. Peygamber’le birlikte Allah yolunda hicret etmeleri (Enfal 8/74-75), ayrıca ensar ve muhacirînden Allah’ın razı olması (Tevbe 9/100) ve Hz. Peygamber’e biat etmeleri gibi özelliklerine temas edilmektedir.

Öte yandan, sahâbe-i kirâmı “insanlık tarihinin en hayırlı nesli” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/350) şeklinde tanımlayan Hz. Peygamber, onlardan bazılarını cennetle müjdelemiş, bazılarının da hususi faziletleri kendisine vahiyle bildirilmiştir. Allah Resûlü, ashâbdan bahsederken onları ümmetin en hayırlıları, cehennem ateşinin yakmayacağı kimseler ve cennetlikler olarak tanıtmış, ayrıca ümmetin kendilerine ikramda bulunmasını, iyilik etmesini ve çekiştirmemesini tavsiye etmiş, bütün bunlarla da onlara karşı saygısızca davranışlarda bulunmaktan uzak durulmasını istemiştir.

Ashâbım hakkında uygunsuz sözler söylemeyin. Allah’a yemin olsun ki, biriniz Uhud Dağı kadar altın infak etse, onların bir ölçeğine veya onun yarısına erişemez. (Müslim, “Fezâilü’s-Sahâbe”, 221, 222)

“Allah Allah! Ashâbım hakkında söz söylemekten sakının. Allah Allah! Ashâbım hakkında söz söylemekten sakının. Zinhar benden sonra onları hedef almayın. Onları seven, beni sevdiği için sever; onlara buğzeden, bana buğzettiği için buğzeder. Onlara eziyet veren, bana eziyet vermiş, bana eziyet verense Allah’a eziyet etmiş sayılır. Allah’a eziyet vereni de Allah cezalandırır (dünyada veya ahirette).” (Tirmizî, “Menâkıb”, 58)

“Ashâbım yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidayeti, doğru yolu bulursunuz.” (Aclûnî, Keşfu’l-hafa, l/132)

“Allah insanların içinden beni seçti. Bana da yardımcı olarak ashâbımı seçti. Ashâbımı peygamberlerin dışında bütün insanlara üstün kıldı.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, l/379)

Sahâbe hakkında ileri geri konuşanların ortaya çıktığı fitne döneminde -Hz. Osman’ın hilâfeti sırasında- hayatta olan Abdullah b. Mes’ûd’un (ö. 32/652) sahâbeyi savunan ve kıymetini ortaya koyan uyarıcı bir konuşmasında özetle şöyle demiştir:

“Sahâbîler bu ümmetin en değerlileri ve en iyi kalplisidirler. Aynı zamanda en âlimi ve en sade hayat yaşayanıdırlar. Onlar öyle bir nesildir ki Cenâb-ı Hak onları peygamberine arkadaşlık yapmaları ve dinini hayata geçirmeleri için seçmiştir. Bundan dolayı, onların değerlerini bilin, izlerinden yürüyün ve gücünüz yettiği ölçüde onların din anlayışlarına ve ahlâklarına sarılın. Muhakkak ki onlar hidayet üzere ve dosdoğru yoldadırlar.”

Hz. Peygamber’in risâletinden vefatına devam eden dönemin ve hatta ondan sonra başlayıp yaklaşık otuz yıl süren dört halife devrinin “asr-ı saâdet” olarak tanımlandığı bilinmektedir. Yüzyıllar boyunca bütün Müslümanlar, İslâm’ın nuruna çok yakın yaşadıkları için sahâbe-i kirâmın doğru, hayırlı ve hak yolda bulunduklarına inanmış ve bu mutlu çağın ashâbını gıpta ederek, imrenerek kendilerine örnek almaya çalışmışlardır.

Öte yandan bazı İslâm hukukçuları ve hadisçiler, Hz. Peygamber’in gözetiminde yetişen sahâbîlerin yapıp ettikleri ve söylediklerinin sünnet kapsamına girebileceğini ifade etmişlerdir. Onların sözleri veya görüşlerinin Resûlullah’tan (sas) aldıkları ilhamların eseri olduğu, kendilerince uydurulmuş olmadığı, İslâm pınarının çıkış ve akışını en iyi bilen kimseler arasında bulundukları için sözlerinin sünnetten sayılacağı belirtilmiştir. Hadisçiler de, sahâbenin söz ve fiillerine “mevkuf hadis” adını vermiş ve bunların da sahih, hasen, zayıf diye rivayet senetlerine göre bölümlere ayrıldığını aktarmışlardır.

Sahâbenin Örnekliği

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber’i (sas) tanıyan, anlayan, örnekliğine şahit olan sahâbe-i kirâm, bu müstesna peygamberin muhatabı kılmak suretiyle Allah Teâlâ’nın kendilerine çok büyük lütufta bulunduğunun farkında ve bilincinde idiler. Onunla aynı coğrafyayı paylaşma ve aynı havayı teneffüs etmenin bahtiyarlığı içinde asr-ı saâdetin bir parçasını oluşturan ashâb-ı güzîn, her şeyden önce uğruna can verecek kadar sevdikleri Resûl-i Ekrem’e safiyane itaat ediyor ve çok büyük saygı besliyorlardı.

Daha peygamberliği öncesinde, toplumun mümin ya da kâfir her ferdi tarafından güvenilirliği konusunda şüphe duyulmayan, yoksulun, zayıfın, âcizin, mağdur ve mahrumların itimadını kazanan ve bundan dolayı da herkesin “Muhammedü’l-Emîn” olarak tanıdığı bu peygamber, Câhiliye olarak nitelenen bir dönemi, tarihin gördüğü en huzurlu zaman dilimine dönüştürmüş ve bu sürecin önemli aktörleri arasında Hz. Peygamber’in göz bebeği mesabesindeki sahâbe de yer almıştı.

Saâdet devrinin bu mümtaz kişileri, tam bir teslimiyetle inanmış oldukları Hz. Peygamber’i, uğrunda ölümü göze alacak kadar çok sevmiş ve onun “emîn” sıfatına sahip olmayı hayatları için öncelikli bir nitelik olarak değerlendirmişlerdi. Allah inancıyla dopdolu sahâbîler, Resûlullah’ı (sas) sevmeyi bir ibadet olarak görmüşlerdi; zaten onu sevmek Kur’ân-ı Kerîm’in de bir emriydi. Bu iman ve sevgileri zaman zaman ağır işkencelere maruz kalmalarına yol açıyordu. İslâm’ın ilk müezzini Bilal-i Habeşî, Habbab b. Eret, Ammar b. Yasir ve daha niceleri müşriklerin dayanılmaz işkenceleri karşısında bile ne tevhîd anlayışından ne de Hz. Peygamber’e duydukları sevgi ve saygıdan asla taviz vermiyorlardı.

Peygamberimiz’in çok düşkün, merhametli ve müşfik (Tevbe 9/128) olduğu ashâb da onu sahip oldukları her şeyden daha çok seviyor ve bunu imanın temel şartı olarak görüyorlardı. Sahâbenin tamamı gibi, Hz. Ömer (ra) de, Resûl-i Ekrem’i kendi canından da çok sevmiş, birçok kişinin peygamberimizi yalanladığı sıralarda sonuna kadar onun doğruluğuna ve asla yalan söylemeyeceğine tereddütsüz inandığı ve bunu korkmadan herkese haykırdığı için “sıddîk” lakabıyla anılan Hz. Ebu Bekir (ra) de bu seçkin insanların öncüleri arasında yer almıştı.

Hz. Peygamber, ümmetin, sahâbeyi kendilerine örnek almasını tavsiye etmiştir. (Tirmizî, “İman”, 18). Gerçekten de, İslam dünyasında ortaya çıkan ya da geliştirilen birçok ilmin ilk muallimleri olan sahâbe-i kirâm, hem sünneti koruyan hem uygulayan hem de sünneti yeni kuşaklara taşıyan bir köprü olmuştur. Resûlullah, bu kurucu kadronun gelecek nesiller açısından önemini bildiği için, “Size sünnetimi ve raşid ve mehdi haleflerimin sünnetini tavsiye ederim, onlara azı dişlerinizle sımsıkı sarılın, sakın ayrılmayın.” buyurmuştur

Peyderpey inen Kur’ân âyetlerini Hz. Peygamber’in rehberliği sayesinde hayatlarına taşıyarak câhiliye anlayışından sıyrılan ve model alınacak bir toplum haline gelen ashâb-ı kirâm, kendilerinden sonra gelen ümmete İslam’ın korunması ve doğru anlaşılması noktasında canlı birer örnek olmuşlardır. Doğruluğu konusunda herhangi bir tereddüt bulunmayan bu güvenilir nesli, kendi hilafeti döneminin sonlarında (40/660) Hz. Ali, sıkıntılar içinde geçinen, çok namaz kılmaktan alınlarında nasırlar oluşan, çokça Kur’ân okuyan, ibadet eden ve zikreden, bu arada elbiseleri ıslanacak kadar gözyaşı döken kimseler olarak tanıtmıştır.

Ehl-i Sünnet eksenindeki İslâm âlimleri ve Müslümanlar tarih boyunca sahâbeyi örnek alınması gereken model olarak kabul etmişlerdir. Tefsir, hadis, fıkıh, kelam, fıkıh usulü, hadis usulü gibi İslâmî disiplinlerin temel kitaplarında sahâbenin fazileti, üstünlüğü, doğruluğu ve örnek alınmaları konuları hakkında özel bölümlere yer verilmiştir.

İslâm tarihinde sahâbenin ayrıcalıklı bir nesil olduğunu gösteren pek çok örnek içerisinde özellikle Medine’ye hicret sonrasında yaşananların ayrı bir yeri ve önemi vardır. Gerçekten de ensar ile muhacir arasında gerçekleştirilmiş olan iman kardeşliğinin yeryüzünde bir başka örneği bulunamaz. Göç konusu insanlık tarihinin en önemli insanî ve toplumsal bir olgusudur. Çok değişik sebeplerle insanlar bölük bölük daha önce bilmedikleri ya da görmedikleri coğrafyalara gitmek zorunda kalabilmektedir. Bu durum aslında göç edenler açısından hiç de kolay bir husus değildir. Yurtlarını, mallarını mülklerini ve aile fertlerini geride bırakmak zorunda kaldıkları Mekke’den göç eden muhacirlere evlerini, belki daha önemlisi kalplerini açmış olan ensarın bu muhteşem duruşunun da fazlasıyla övgüye değer olduğu şüphesizdir. “Muâhât”, yani iman kardeşliği sözleşmesi yaparak sahip oldukları her şeylerini onlarla paylaşan, hatta miraslarına ortak kılmak isteyen ensardan her bir fert, bir muhaciri kardeş edinmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm, onların, tüm zamanlar için model şahsiyet olmalarına kaynaklık eden bir cömertlik, tok gözlülük ve paylaşım ahlâklarına şöyle işaret etmektedir:

“Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler…” (Haşr 59/9)

Allah Teâlâ’nın, kendilerinden razı olduğunu açıkça belirttiği ve modelleme yapılabilecek bu örnek ve kurucu şahsiyetler kervanı için Kur’ân’da şöyle buyurulmaktadır:

“(İslâm dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.” (Tevbe 9/100).

Son olarak şunu önemle ifade etmek isteriz ki: Şüphesiz sahâbî de insandır; masum değildir, hataları, kusurları, işledikleri günahları olmuştur. Ancak onlar işledikleri günahları hiçbir zaman helâl saymamış, günahlarında ısrar etmemiş ve tövbe ederek Allah’a yönelmişlerdir. Günahlarının farkına varmak suretiyle pişmanlık duyarak ve tövbe ederek Allah’ın merhamet ve mağfiretine sığınmaları açısından da ashâbın, kendilerinden sonra Müslümanlar için örnek olduğu şüphesizdir. Diğer yandan sahâbeden bazılarının yaptıkları birtakım hatalar ve işledikleri günahların genel olarak onların adalet vasıflarını zedelemediği de kabul edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm, onları bir yandan övüp medh ü sena ederken, Hz. Peygamber’e karşı bazı tutum ve davranışlarından dolayı yeri geldiğinde de eleştirmiş, kusurlarını ve yanlışlarını göstermiştir (bkz. Âl-i İmran 3/152-153, Nisa 4/64-65, Ahzab 33/53, Hucurat 49/2-3, Mümtahine 60/1, Cum’a 62/11).

 

 

Sonuç

İslam medeniyetinin ilk kurucu nesli ashâb-ı kirâmdır. Hz. Peygamber’in yanında ve ona içten bağlılıkları sebebiyle, kendilerinden sonra geleceklere hem davranış hem de uygulama açısından örnek olmuşlardır. Dinî emirlerin uygulanması, korunması ve sonraki kuşaklara aktarılması vazifesini hakkıyla yerine getiren sahâbe-i kirâm, dinin özgün halinin muhafazası ve bozulma ya da değişmeye maruz kalmadan sonraki nesillere ulaştırması, kısacası Kitap ve Sünnet’in korunması için Allah Teâlâ ashâbı seçmiş ve vahiy yoluyla onları terbiye edip yetiştirmiştir.

Sahâbe; Kur’ân’ın nüzûlü sırasında ve sonrasındaki hizmetleri, fedakârlıkları İslam uğruna her şeylerini feda etmiş olmaları, bu muazzez kitabın okunması, anlaşılması, yorumlanması ve gelecek nesillere aktarılmasındaki eşsiz gayretleri gibi birçok sebeple İslam medeniyetinin vazgeçilmez değerleri ve Müslümanlar için rol modeli olmuşlardır.

İlk muhatapları ashâb-ı kirâm olan Kur’ân-ı Kerîm’de, onlar hakkında muhteşem bir nitelendirmeye yer verilen şu âyet-i kerîme, ele aldığımız konuyu da son derece açıklayıcı bir muhtevaya sahiptir:

“Muhammed Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vadetmiştir.” (Fetih 48/29).

 

Kaynakça

Efendioğlu, Mehmet. “Sahâbe Hukuku ve Ashâba Saygısızlığın Dinî Hükmü”. Hadis Tetkikleri Dergisi 8/1 (2010), 7-32.

Gezgin, Ali Galip. “Kur’ân’da Hz. Peygamber ve Ashâb İlişkileri -Ashâbı Uyaran Âyetler Bağlamında-”. VII. Kutlu Doğum Sempozyumu (Tebliğler). ed. İsmail Yakıt. 175-196. Isparta: Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 2004.

Hallâf, Abdülvahhab. İslam Hukuk Felsefesi. çev. Hüseyin Atay. Ankara: A.Ü.İ.F. Yayınevi, 1973.

Kapar, M. Ali. “Hz. Peygamber-Sahâbe İlişkisi”, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 12 (2001), 7-15.

Kılıç, Sadık. “Kur’an’da Sahâbe’nin Sunuluşu ve Günümüze Yansımalar”. Kur’an ve Sahâbe Sempozyumu. ed. Hasan Keskin-Abdullah Demir. 21-64. Sivas: Cumhuriyet Üniv. Yay., 2016.

es-Salih, Subhi. Hadis İlimleri ve Istılahları, çev. M. Yaşar Kandemir, Ankara: DİB Yay., 1981.

Tekineş, Ayhan. “İslâm Medeniyetinin Kuruluşunda Ashâb-ı Kirâm”. Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 14/2 (2010), 57-72.

Toksarı, Ali. “Hadis İlmi Açısından Sahabi Kavli ve Değeri”. Erciyes Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi 2 (1985), 339-357.

Yardım, Ali. “Ashâb Bilgisinin Kaynakları ve Tirmizî’nin ‘Tesmiyetü Ashâbi’n-Nebî’si”. Dokuz Eylül Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi 2 (1985), 247-347.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x