Kültürümüzde kardeşlik önemli bir kavram. Kavram unutuldukça önemi daha da artar oldu. Çıkar olmadan fedakârca yaklaşabilmek kardeşlik… Bu kavramın psikolojide karşılığıise paylaşımcılık olarak ifade edilebilir. Paylaşmada çıkar odaklılık, menfaatsöz konusu iken kardeşliktamamen fedakârlıkta bulunmaktır. Modern hayat benmerkezci yaşamı, bencilliği körüklerken paylaşma kültürü, kardeşliğimizzarar gördü.Hoşgörü, şefkat, fedakârlık değerlerimizi unutturdu.Bugün kaybolan bu insani değerlerimiz etrafından yeniden toplanmamız gerekmektedir.
Modern Hayat Bencilliği Körükledi
Modernizm, iş yaşamında rüşveti teşvik edip, yolsuzluğa ve kolay para kazanmaya kapı aralayarak insanlardaki bencilliği körüklemiştir. Parası olanın tembelleştiği ve diğer insanlara karşı duyarsızlaştığı, ‘banane’cilik düşüncesinin geliştiği bir toplum, paylaşımcılığa da zarar vermiştir. Neticede bireysel sorumlulukla, sosyal sorumluluk arasındaki denge bozulmuş, bu da ekonomiye, yüksek faiz oranlarıyla yansımıştır. Tembelliğin yaygın olduğu toplumlarda üst gelir grubuna dahil olan insanlar, gelirlerine güvenerek çalışmaktan uzak durdukları için, faiz oranları tepe noktalara çıkmaktadır. Buna karşın alt gelir grubu ise, neredeyse onların yerine de çalışarak, hayatlarını kazanma çabasındadır.
Bu noktada dinlerin getirdiği ahlak yasalarına baktığımızda, bu yasalarda insanlardaki egoizmi gidermeye ve toplumsal yardımlaşmayı tesis etmeye yönelik kurallar olduğunu görürüz. Birçok dinde var olan insaf kavramı, yoksul ve düşkünlere yardım etme gibi davranışlar, kişiye sosyal sorumluluklarını hatırlatmak içindir. Toplumsal alandaki mesuliyetlerin aracı olan kurumların etkin şekilde işlemesi için, toplumun ahlaki tercihlerinin ne kadar önemli olduğu, modern hayatın birçok tecrübesinden sonra ortaya çıkmıştır.
Paylaşma Kültürü
Benmerkezcilik paylaşma kültürüne de zarar vermektedir. Oyun teorileri birinin yararını, diğerinin zararını ortaya çıkarır. Bunun yerine iki tarafın da kazancını sağlayacak olan kazan kazan formülünün uygulanması gerekir. Birinin kaybedip diğerinin kazanması kişisel çıkarı sağlar. Ortak çıkar ise iki tarafın da “kazan kazan” tarzında hareketiyle ortaya çıkar ve kişi kafasından bununla ilgili etik standart geliştirirse paylaşma kültürü ortaya çıkar. Alarak değil, vererek mutlu olmanın öğretilmesi gerekir. Bizim kültürümüzde kötülükle mücadele etmek yerine “iyilikle savma” anlayışı vardır. Bu yöntem pozitifi güçlendirerek negatifle mücadele etme anlamına gelir, yavaş bir yöntemdir fakat kalıcıdır.
Paylaşmak Sosyalleşmeyi Hızlandırır
Bir insanın paylaşımcı ve cömert olmasının ölçüsünü, kendisi için istediğini başkası içinde istemesi ya da kendisinin istemediği bir şeyi başkası için de dilememesi şeklinde özetleyebiliriz. Bu, evrensel bir ahlakî değerdir. Tek başına bu kuralın bile insanlar arasında yaşatılması, paylaşmanın sınırlarını belirler. Buradaki denge, kişinin benliğini başkalarından ne aşağı ne de yukarı görmesidir. Ancak kişinin kendisini bir tarafa bırakıp, sevdiği için bir şeyler yapması da yüksek bir erdemdir. Böyle bir fedakârlık yapan kişiye saygı duyulur.
Esasında paylaşma düşüncesi, herkesin benimsediği hayati erdemlerden birisi olmalıdır. Zira sosyalleşme olgusu, işbirliğini ve paylaşmayı öğrenmekle yakından alakalıdır. Cömertlik ve paylaşma olgusu ne kadar yaygınlaşırsa, kişiye o kadar katkısı olur.
Paylaşmak İnsanı Yalnızlıktan Kurtarır
Cömert kişi kendisine ait bir şeyi paylaşırken, farkında olmadan muhatabının iç dünyasına güzel bir tohum eker. Bu tohum hemen başak vermese de, yavaş yavaş yeşerir ve kişiye güzel özellikler kazandırır. O insanda kendisine cömertlikte bulunan kişiye karşı minnet ve şükran duygusu uyanır. Bu da ilişkilerdeki bağı kuvvetlendirir ve insanları yalnızlıktan kurtarır.
Şefkatin Arkadaşı: Cömertlik
Başkalarını düşünmek, mazlum, aciz ve güçsüz olana acımak ve anlayışlı olmak şefkatli olmanın belirtisidir. Şefkatin ifade ediliş şekillerinden belki de en önemlisi hediyeleşmektir. Hediye veren kişinin, kendisini hediyeyi alan kişiden daha iyi hissetmesi, tadılması gereken bir duygudur.Cömertlik, insandaki şefkat duygusunun ilk basamağıdır. Bir insan paylaşma becerisini kazanmadan önce, şefkatle tanışır. Şefkat duygusu, içinde anlayışlı olmayı ve empatiyi barındırır. Şefkatin eksik olduğu bir cömertlikle veren kişi, bu eylemi zorla gerçekleştirir. Bu da o kişinin cömertliği içselleştirmediğini gösterir.
Mecburi vericilik, kişinin egosunu kabartacağından, tavsiye edilmez. “Hiç yoktan iyi” denilebilecek olan bu paylaşmaya karşın, cömertliğin en güzel uygulanma şekli gizlice yapılanıdır. İyilik, aleni olmadan yapıldığında daha kıymetli olacaktır. Zira cömertliğe gölge düşürecek en önemli etken, verdiğine karşılık çıkar görme arzusudur. Şefkatle biçimlenmiş cömertliğin tezahürü olan gizlice yardımda bulunmak bu riski kendiliğinden ortadan kaldıracaktır.
Cömertlik İnsaniyete Katkı Sağlar
İnsanın genetik yapısı, tek başına yaşamaya uygun değildir. Herkes, hayatında en az bir defa bir başkasından yardım almıştır. Başkalarından destek görmeden yaşayabilmek hiçbirimiz için mümkün değildir. İnsanın sosyal bir varlık olması onu soyut bağlarla başkalarına bağlar. Ancak bu bağların gelişmesi için topluluğun bütününün aynı değerler etrafında toplanması gerekir. Toplumun geneli tarafından kabul edilen bütün erdemler, canlılığını koruyacaktır.
Fedakârlık Genlerimizde Var mıdır?
Amerikalı bilim adamları, karşılık beklemeksizin diğer insanlara yardım etme eğilimi olarak tanımlanan fedakârlığın, beyinde bir karşılığı olup olmadığını tespit etmek için pekçok araştırma yaptılar. Araştırmaların sonunda, ‘posteriorsuperiortemporalsulcus’ bölgesinin, karşılık beklemeden yardım etmeyi emrettiğini keşfettiler. Duke Üniversitesi Tıp Merkezindeki Bilim Adamları, kırk beş gönüllü üzerinde FMRI ile beyin taraması yaparak, beynin belli bir bölgesindeki faaliyetin fedakârlığı işaret ettiğini ortaya koydular.
Fedakârlık ölçüsünü saptamak için yapılan bir başka çalışmada ise, deneklerden (bir yardım kuruluşu veya kendileri için para kazandıkları) bilgisayar oyunları oynamaları istendi ve bu esnada beyin taramaları yapıldı. Bunun yanı sıra deneklere fedakâr ve bencil davranışları hakkında sorular soruldu. Araştırma ekibinin başkanı ScottHuettel, ”Beynin bu bölgesinin görevini anlamak, Rahibe Therasa gibi insanları neyin harekete geçirdiğini tam olarak anlamamızı sağlamasa da araştırma, fedakârlık gibi önemli bir toplumsal davranışın kökenleri konusunda ipucu verebilir” dedi.
Şu ana kadar ortaya konulan çalışmalar, hayatın ileriki yıllarında kişileri harekete geçiren unsurları kapsamaktadır. Şimdiden sonra araştırmaların yönü, insanın ilk yıllarına dönük olarak gerçekleşmektedir. Bilim adamlarının çocukluk döneminde bir eğilim olarak ortaya çıkan fedakârlığın nasıl geliştiğini gösteren incelemeleri, bilim dünyasının merakla bekledikleri arasında yer almaktadır.
Menfaat ve Fedakârlık
Fedakârlık; insanın sahip olduğu bir şeyden, herhangi bir çıkarı olmadığı halde bir başkası için vazgeçmesi demektir. Modernizm, fedakârlığı rekabete zarar veren ve insanları tembelleştiren bir unsur olarak görmüştür. Fedakâr kişilerin ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar zayıf insan konumuna düşecekleri ve hayat yarışında geri kalacakları düşüncesiyle fedakârlığın bunun önemli bir değer olmadığı, hatta vazgeçilmesi gereken yanlış bir davranış biçimi olduğu savunulmuştur. Çünkü bu anlayışa göre varlıklar tesadüfen var olmuşlardır. Varlıklar arasında bir yaşam mücadelesi söz konusudur. Bu noktada doğal ayıklanma söz konusudur. Bu ayıklanmada güçlü olanlar yaşar, zayıf olanlar elenir. Elenmeye sebep olacak bütün değerler yanlıştır. Fedakârlık hayat yarışında insanı güçsüz kılıp, elenmesine sebep olacağı için bu değerden vazgeçilmelidir. Ancak bu görüşlere rağmen 1990’lı yıllardan sonra fedakârlığın bir değer olarak insan beynine yazılması gerektiği düşüncesi dile getirilmeye başlanmıştır.
Barış Esas, Savaş İstisnadır
İnsanlık tarihinde savaş hiç bitmemiştir. Oysa hayvanlar arasında kavgadan daha çok yardımlaşma görülür. Mikroorganizmalar bitkilerin, bitkiler hayvanların, hayvanlar da insanların eksiklerini tamamlar. Bir timsah veya aslan tok olduğu zaman, kimseye saldırmaz. Ama insan şahsî çıkarı için en yakınına bile kötülük etme potansiyeline sahiptir. İçimizdeki kötücül güçler egemen olduklarında, savaş ve kavga eğilimimiz öne çıkar. İyicil güçlerin hâkimiyetinde ise uzlaşma ve barışın üstünlüğü gözlenir. Bu münasebetle iyi yönümüzü geliştiren ahlaki öğretilere, teknoloji çağında daha fazla ihtiyacımız olduğunu görmek gerekir. Teknoloji, çağdaş ve iyi insanların elinden çıktığı takdirde tarihin sonunun yaklaştığını söylemek kehanet olmayacaktır.
Uzlaşmacılık
Toplumsal empatinin oluşabilmesi için kişinin uzlaşmacılığı bir hedef olarak seçmesi gerekir. Çünkü uzlaşmacılıkta kazan kazan yöntemi vardır. Uzlaşmacılıkta, kişinin kendi isteklerini, kendi menfaatlerini gerçekleştirecek bir formül değil, iki tarafın da kazanacağı bir formül bulmak gerekir. Her iki tarafın da mutlu olacağı ve kazanacağı bir formül bulunmalıdır. Masanın bir tarafında otururken, karşı tarafta da oturuyor gibi görebilmek toplumsal davranmaktır. Mesela empati çalışmaları sırasında yapılan psikodramalarda anne-kız arasındaki sorun ele alınır. Kız oturtulur, karşısına boş bir sandalye konur, orada annesi varmış gibi kabul ettirilip sorunlarını anlatması istenir. Daha sonra annesinin yerine kız geçirilir ve annesinin adına kendisi hakkında cevaplar verir. Anne imajinasyonu yapılarak anneyle diyalog kurulur. Bu olayda soruna annenin açısından bakılır. Böylece empati geliştirilir. Uzlaşmacılıkta karşı tarafı değiştirmeye değil, anlamaya çalışmak vardır. Anlamaya çalışmak aktif dinleyici olmak anlamına gelir. Karşı tarafı aktif dinlemek, onun dediğini anlamak, daha sonra da simültane tercüman gibi kendi söyleyeceklerini geliştirmektir. Fakat karşı taraf konuşurken kişi ne anlatacağını, ne cevap vereceğini düşünürse bu aktif dinleyicilik olmaz, kopukluk olur ve diyalog gerçekleşmez. Diyalog olmayınca da ilişki yürümez. Şiddeti azaltmanın, diyaloğu geliştirmenin yöntemi uzlaşmacılığı bir metot olarak seçmektir.
Özetle “İnfak” adıyla Kur’an mesajı olarak sunulan kavram toplumsal barışın zihinsel temelini inşa eder. İnsanın insanı sömürmesinin zihinsel engelini oluşturur. Batı dünyası sömürgeciliği bakanlık kurarak meşrulaştırırken İslam dini bunu onaylamamıştı. Ancak Müslümanların uygulamada başarısızlığı komşusunu sömüren kimliklerin oluşması, kimlik bunalımımızın bir sonucudur diye düşünüyorum ve üzerinde daha fazla düşünmeye ihtiyaç vardır.