Menü
Muhammed Emin Yıldırım
Muhammed Emin Yıldırım
Peygamber Ufkunda Hicret ve Çağın Muhacirleri
Eylül 25, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

“Kendilerine zulmetmekteler iken meleklerin canlarını aldığı kimseler var ya, melekler onlara şöyle derler: ‘Ne durumdaydınız? (Niçin hicret etmediniz?)’ Onlar da ‘Biz yeryüzünde zayıf ve güçsüz kimselerdik’ derler. Melekler, ‘Allah’ın arzı geniş değil miydi, orada hicret etseydiniz ya!’ derler…” (Nisâ 4/97)

Sözlükte “terketmek, ayrılmak, ilgisini kesmek” anlamına gelen hecr (hicrân) mastarından isim olan hicret “kişinin herhangi bir şeyden bedenen, lisânen veya kalben ayrılıp uzaklaşması” demektir; ancak kelime daha çok “bir yerin terkedilerek başka bir yere göç edilmesi” anlamında kullanılır (A. Önkal, “Hicret”, DİA, 17/458)

İnsanın doğup büyüdüğü toprakları terk edip bir başka yere göç etmesinin birçok farklı nedenleri olabilir. Her ne maksat ile olursa olsun bu zorlu işi göze alan “muhacir” olarak kabul edilmelidir. Çünkü yeryüzü Allah’ın mülküdür; yarattığı insanlar ise O’nun (cc) kullarıdır. O kullar eğer bir yerde yaşama noktasında sıkıntılar çekmeye başlamışlarsa ya da hayat hakları ellerinden çeşitli sebeplerle alınmışsa ister ekonomik, ister eğitim, isterse siyasî sebeplerle olsun hicret söz konusu olabilir. Bugün toplum bu hicretleri farklı olarak değerlendirse de biz dünyanın neresinde olursa olsun tüm insanları “mülteci/sığınmacı” olarak değil, “muhacir/hicret eden” olarak kabul etmeliyiz.

Hicret Deyince!

Ancak biz hicret deyince ilk olarak aklımıza hemen İslâm için yapılan hicret geliyor. Çünkü o hicret çok ama çok değerli olduğu için diğer tüm hicretleri unutturacak düzeyde bir mesaj yansıtıyor. O kutsî hicreti biz anlamaya çalıştığımızda zihnimize hemen şunlar dökülüverir:

  • Hicret, bir kaçış değil, mukaddes bir göçtür.
  • Hicret, çok ulvî bir adım, çok kutsal bir yolculuktur.
  • Hicret, tüm peygamberlerin ortak kaderinin adıdır.
  • Hicret, davası ve sevdası olan her insanın yaşayacağı bir haldir.
  • Hicret, bir ihya ve inşa hareketidir.  İhya dirilmek, inşa tesis etmektir.

İşte bu mesajlardan dolayı diyoruz ki:

  • Hicret, teslimiyettir.
  • Hicret, samimiyettir.
  • Hicret, fedakârlıktır.
  • Hicret, kardeşliktir.
  • Hicret, zaferdir.
  • Hicret, medeniyettir.

Bu Mesajları Anlamak

Hicret, teslimiyettir. Yüce değerler uğruna hiçbir şart koşmadan teslim olmaktır. Başa gelecek her türlü imtihana hazır olmak, en küçük hadiselere karşı oturup ağlamamak, iddia ettiği imanın ispatını ortaya koymaktır. Hz. Ali (ra) gibi sorgusuz sualsiz ölmek için yatağa yatmaktır. Hâcerî bir eda ile kulun Rabbine nasıl teslim olacağını göstermenin en önemli yoludur.

Hicret, samimiyettir. İnancının yolunda ne kadar samimi olduğunun bir imtihanıdır. Kolay günlerin değil, zor zamanların, varlığın değil yokluğun, ganimetin değil mücadelenin adamı olduğunu gösterebilmektir. Acaba deyip tereddüt göstermeden emre uyup yola çıkabilmenin işaretidir. Bu yolda başa gelebilecek her şeye rıza gösterip, arkaya bakmadan yürüyebilmektir.

Hicret, fedakârlıktır. Sahip olduğu tüm imkânları varlığını borçlu olduğu otoritenin yoluna adayabilmektir. Dünya adına kazandığı neyi varsa bir anda elinin tersi ile itebilmektir. Malı, mülkü, itibarı, toplumsal kariyeri, eşi, aşı, çocukları yani her şeyi arkasında bırakıp koşa koşa peygamberî emre ittiba edebilmektir.

Hicret, kardeşliktir. Fedakârca ellerindeki tüm imkânları inançları uğruna harcayıp gelen insanlara kucak açmaktır. Tarihin şimdiye kadar ne görüp, ne yazdığı yepyeni bir kardeşlik destanı yazabilmektir. Elinde avucunda her neyi varsa kardeş bildiği iman refiki ile paylaşabilmektir. Sözle değil, fiil ile bu kardeşliği tesis edebilmektir. Ensâr olup vahyin dilinde övülmeyi hak etmektir.

Hicret, zaferdir. Öz yurdundan mahzun, gözü yaşlı olarak ayrılsa da bir zafer havası ile çıkabilmektir. Hz. Ömer gibi; “İşte ben gidiyorum, annesini çocuksuz, hanımını dul, evladını babasız bırakmak isteyen varsa peşimden gelsin” (Halebî, İnsanü’l-Uyun, 2/183). diyebilmektir. Birilerinin gözünde kaçış olarak algılansa da sonucu mutlak zafer olan bir kutsî yolculuktur. En zorlu bir zamanda dahi mensup olduğu İslâm’ın izzet ve şerefini düşünüp, onu düşmanlarına karşı yiğitçe savunabilmektir.

Hicret, medeniyettir. Önce Yesrib’i Medine yapmak, sonra oradan tüm dünyaya medeniyeti yaymaktır. Hukuklu bir yaşam düzlemi oluşturarak mutlak adaletin tesis edilmesini sağlamaktır. Medeni olunmadan Medine’ye sahip olunmayacağını, Medine olmadan da medeniyet kurulamayacağını âleme göstermektir.

Bir İhya ve İnşa Hareketi Olarak Hicret

İhya etmek bir yönü ile yaşadığı toplumu uyandırmak, karşısında duran iman yangınından haberdar etmek “Durun kalabalıklar! Yürüdüğünüz yol çıkmaz sokak” deyip uyarmak, üzerlerine atılan ölü toprağı kaldırmaktır.

İnşa ise, tesis etmek, kurmak, ihtiyaca göre bazı şeyleri ortaya koymaktır. İhyanın ve inşanın olduğu yer şehir olur yani Medine olur. Medine’nin olduğu yer ise Medeniyet olur.

Tam bu noktada üzerinde durulması gereken bir soru sormalıyız: Bir medeniyet hangi temel esaslar üzerine yükselir?  Bu soruya verilecek cevap şudur: Bir düşüncenin ve davanın medeniyete dönüşebilmesi için üç temel alanda gerekli adımlar atılmalıdır. Bu alanlar şunlardır:

1. İlim ve fikir

2. Duygu ve amel

3. Görüş ve değer

1. İlim ve fikir

İlim ve fikir, aslında marifet ufkudur. Bu olmazsa medeniyetin temeli atıl(a)maz. Aslında ilk inen âyetler olan Alak sûresinin 5 âyeti, bunu inşa ediyordu. O âyetler bu nazarla okuduğunda bu hemen fark edilecektir. İlim ve fikir bir yönü ile akıl dünyasının ihya ve inşasıdır.

2. Duygu ve amel

Duygu ve amel, aslında muhabbet ufkudur. Muhabbetsiz ve tabi ki merhametsiz hiçbir medeniyet inşa edilemez, edildiği iddia edilse bile asla uzun süreli devam edemez. Yine ilk inen âyetlere de bakıldığında bu mesajlarında çokça o âyetlerde yer aldığı hemen görülecektir. Duygu ve amel bir yönü ile kalp dünyasının ihya ve inşasıdır.

3. Görüş ve değer

Görüş ve değer, aslında feraset ve basiret ufkudur. Feraset görüşün/bakışın genişliği, basiret ise derinliğidir. Mü’minin kendine has bir dünya görüşü ve dünyasında Kur’ân’dan ve Sünnet’ten kaynaklanan bir değerler sıralaması vardır. Mesela, birileri az bir şey menfaat elde etmek için dünyalarını feda ederler; mü’min bütün dünyayı ve içindeki her şeyi iki rekât sabah namazının sünnetine değişmez. Çünkü onun değerler listesini nübüvvet medresesinden esen meltemler oluşturmuştur. Görüş ve değer bir yönü ile aslında ruh dünyasının ihya ve inşasıdır.

Akıl, kalp ve ruh dünyasının ihya ve inşası… İşte bunlar olunca bir dava ve bir düşünce, hak bir dava olacak; Medeniyet dediğimiz o güzellik böylece oluşacaktır.

Hicretin Bir Başka Boyutu

Medeniyetlerin inşâsında nefisle mücâhede ve hicret iki önemli esas ve merhaledir. Nefsiyle yaptığı mücâhede ile insan kendini yeniden inşa yolunda mesafe alırken hicret ile de medeniyetin inşası yoluna adım atmış olmaktadır. Ancak iç dünyasını imar edebilenler, dış dünyayı da hakkıyla imar etmişlerdir. Kendini aşabilenler başkalarına rehberlik edebilmişlerdir.

Nefsini aşamamış insanların hicret edebilmeleri de mümkün değildir. Hicret ile nefis terbiyesi arasındaki bu yakın alakayı Peygamber Efendimiz (sas): “Gerçek mücahid, Allah’a taatte kendi nefsiyle mücâhede eden; hakiki muhacir de hata ve günahları terk eden kişidir.” (İbn Hibbân, Sahîh, 7/178) hadisiyle açıklamıştır. Hicret kelimesinin manalarından biri olan terk etme, gerçek muhacirin temel özelliğidir. Günahları, dünya sevgisini, nefsî istekleri ve tabi ki ihtiyaç olduğunda doğup büyüdüğü toprakları terk etmeden muhacir olunamaz. Bu sebeple Peygamber Efendimiz (sas): “Gerçek muhacir, Allah’ın yasakladıklarını terk edendir.” (Buhârî, “İmân”, 4) buyurmuşlardır.

Başka bir hadislerinde Efendimiz (sas) şöyle buyurur: “Hicret iki özellik taşır: Birisi, günahları terk etmek; diğeri Allah ve Resûlü’ne hicret etmektir. Hicret, tövbe kabul olunduğu sürece sona ermez. Tövbe de güneş batıdan doğuncaya kadar makbuldür.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/192).

Abdullah b. Ömer’in (ra) rivayet ettiği bir hadiste ise hicretin bu diğer boyutunu daha iyi öğrenmiş oluyoruz. Diyor ki İbn Ömer: Birisi Hz. Peygamber’e (sas), ‘Yâ Resûlallah! En faziletli hicret hangisidir?’ diye sordu. Efendimiz (sas) buyurdular ki: “Rabbinin kerih gördüğü şeyleri terk etmendir.” İmam Süyûtî (ö. 911/1505) bu hadisin şerhinde şöyle demektedir: “Allah’ın yasakladığı şeyleri terk etmek vatanı terk etmekten daha hayırlıdır. Çünkü vatanı terk ederek yapılan hicretin asıl gayesi, Allah’ın yasakladığı şeylerden uzaklaşmaktır.” (Süyûtî, Sünen-i Nesâî Şerhi, 7/144)

Bu konuda son bir hadis Âişe (r.anhâ) annemizden aktaralım. Annemiz diyor ki Allah Resûlü (sas) şöyle buyurdular: “Mekke fethinden sonra artık hicret yok; fakat cihad ve niyet vardır.” (Müslim, “Hac”, 445) Hadisin bazı rivayetlerinde: “Mekke’den hicret yoktur.” kaydı vardır ki bu kayıt, Müslümanlara her türlü zararı veren Mekke ahalisi artık İslâm’la şereflendiğine göre oradan ayrılmaya gerek olmadığını ifade eder. Öyleyse bu hadis, “Mekke’nin fethinden sonra Mekke’den hicret yoktur.” şeklinde anlaşılmalıdır.

Peygamberler ve Hicret

            Peygamberler ve Hicret dediğimiz anda aklımıza ilk gelecek bilgi, Hz. Peygamber’in (sas) şu kutlu beyanıdır: “Hicret etmeyen hiçbir elçi yoktur.”

Yeryüzünün şahit olduğu ilk hicret, insanlığın ilk atası Hz. Âdem (as) ile başlamıştı. Hz. Âdem ve Hz. Havva cennetten dünyaya hicret etmiş, böylece insanlığın ilk hicretini de yaşamışlardı.

İnsanlığın ikinci atası olan Hz. Nûh (as) bir hicret ile yeryüzünde yeni bir medeniyetin inşasına başlamıştı. Hz. Yûsuf (as) bir hicret yolcuğu ile kuyulardan köle pazarlarına, oradan saraylara, saraylardan zindanlara, oradan da iktidara ulaşmış, Hz. Mûsâ (as) hicret ile İsrâiloğulları’nı Firavun’un zulmünden kurtarmıştı. Diğer tüm peygamberler, yani Hz. Âdem’den (as) Hz. Îsâ’ya (as) kadar Kur’ân’ın adını andığı 27 peygamber, hadislerde anlatılan onlarca peygamber hep hicreti yaşamış, hep hicret kaderleri olmuştu.

Hicret söz konusu olunca hidayet önderleri olan peygamberler içerisinden, Hz. İbrâhim (as) ile Efendimiz (sas) biraz daha fazla öne çıkarlar. Çünkü Hz. İbrâhim hicretin babası, Hz. Hâcer hicretin annesi, Hz. İsmâil ile Hz. Peygamber (sas) ise hicretin meyveleridir.

Hz. İbrâhim (as) önce Nemrud’un zulmünden dolayı Harran’dan Mısır’a gelmiş, orada hicretin annesi olan Hz. Hâcer’i kazanmış ve oradan Filistin’e hicret etmişti. Hz. Hâcer tevazusu ve beklentisizliğiyle Hz. İbrâhim gibi bir peygambere eş olmuş, İsmâil gibi bir çocuğa anne olmuştu. Hz. İsmâil, ilerleyen yaşında Hz. İbrâhim’in evinde bir çiçek gibi açınca, Sâre validemiz kıskanmış ve eşine “Ey İbrâhim! Bunları buralardan götür” diye talepte bulunmuştu. Hz. İbrâhim genç Hâcer’i ve kundaktaki yavrusu İsmâil’i alıp kuş uçmaz kervan geçmez, toprağında ziraatın olmadığı, suya hasret bir yer olan o coğrafyaya yani Mekke’ye getirmiş, onları oraya bıraktıktan sonra, arkasına dahi bakmadan gitmek istemişti. Hâcer validemiz bir Mekke’nin volkanik kayalarına, bir kundaktaki yavrusu İsmâil’ine bakmış ve “Ey İbrâhim! Bizi kime bırakıp gidiyorsun?” demişti. Hz. İbrâhim merhameti ile öne çıkan bir peygamberdi. O anlarda hiçbir şey söyleyememiş ve kelimeler boğazında düğümlenmişti. Hâcer annemiz anlamıştı ki bu hicret Hz. İbrâhim’in kendi inisiyatifi ile yaptığı bir şey değildir. Bunun üzerine demişti ki: “Üzülme İbrâhim! Allah bizi zayi edecek değildir.” Hâcer annemiz işin en başında işte böyle teslim olmuştu. O ne gelirse başa Allah için rıza göstermeye söz vermişti. Ama Hâcer’in teslimiyeti bizim anladığımız teslimiyet anlayışından oldukça farklıydı. Bu teslimiyet, içerisinde sa’y yani gayret olan bir teslimiyetti. Bu teslimiyet eldeki tüm imkânların son noktaya kadar kullanılmasını, ancak işin sonunu Allah’a havale edilmesini öğütleyen bir teslimiyetti. Bu teslimiyet kul üzerine düşeni yapsın ki Allah’ta yetişsin, bittim desin ki Allah’ta yettim desin, teslimiyeti idi.

Hâcer annemiz giden Hz. İbrâhim’in (as) arkasından gözyaşları dökmüş ama yerinde dur(a)mamıştı. Teslim olduğu Allah’ın (cc) kendisini bu ıssız vadide yalnız bırakmayacağını bilmiş, güvendiği otoritenin kendisine rahmet edeceğinden şüphe duymamış, bunun için bir sa’y, bir gayret ortaya koymanın bilincine ermişti. Böylece koşmaya ve su aramaya başlamıştı. Hâcer anne koşuyor, Safâ ile Merve tepelerinin arasında kundaktaki İsmâil’ine su bulmak için gayret gösteriyordu. Bu gayret Allah’ın hoşnutluğunu kazandırtıyor ve bu gayret bir bereket membaı olan Zemzem’in o bölgede çıkmasına vesile oluyordu.

Peygamberimiz (sas) ve Hicret

Peygamberimiz ve hicret dediğimizde, hayatı boyunca hep hicret gündemi ile yaşamış bir peygamber demiş oluruz. Onun (sas) hicreti ve yolculukları çok erken bir dönemde başlamıştı. Önce sütannesinin beldesine, sonra Yesrib’e, sonra amcaları ile ticari seferlere, sonra kendi ticari seferleri için Busra’ya ve daha nice yerlere gitmişti. Ancak nübüvvet vazifesi gelince Efendimiz’in (sas) dünyasında hicret çok daha farklı bir anlam kazanmıştı.

Efendimiz (sas) Milâdî 610 yılında, 40 yaşında iken risalet ile görevlendirilince, daha ilk gün Mekke’nin bilgini olan Varaka b. Nevfel’den kader çizgisinde hicretin olacağını öğrenmişti. Daha sonra gelen âyetler ve geçmiş peygamberlerden bahseden kıssalar nazil oldukça, Efendimiz (sas) medeniyetlerin inşası için hicretlerin şart olduğunu görecekti. 13 yıl Mekke’de imkânlarının tamamını tüketircesine gayret gösterecek, bittim dediği yerde de imana yeni bir vatan arayacaktı. Bu arayış Yesrib’in gündeme gelmesi ile yepyeni bir sürece girecekti. Allah (cc) Yesrib’in iman yurdu olmasını sağlayacaktı. Artık yol gözükmüş, hedef belirlenmişti. Yolun rehberi olan Hz. Muhammed (sas) yürümeliydi. O da arkasına bakmadan Hâcerî bir teslimiyet ile yürüyordu. Çünkü medeniyetler ancak yürümekle inşa edilebilirdi. Yatanlar medeniyeti tüketir, yürüyenler ise medeniyetin mirasını üretirlerdi. Efendimiz (sas) de, bunu âleme öğretiyordu.

Tabi Hz. Peygamber (sas) hicretin zorlu yollarını tedbir ve tevekkül dengesi üzerine ve büyük bir strateji ile yürüyecekti. Neticede insanlık tarihinin en önemli hicreti gerçekleşecek ve Yesrib, Medine olacaktı.

Çağın Muhacirlerine Mesajlar

  1. Çağın Muhacirleri, dönme hesapları yapmaz, ölme hesapları yapar; zihinlerinizden dönme hesaplarını silin ki gittiğiniz yerlerde kalıcı işler yapabilesiniz.
  • Çağın Muhacirleri, Mus’abları ve Esmaları çok iyi öğrenir, onların adımları kavrar; kiminle aynı yolda yürüdüğünü hiçbir zaman unutmaz.
  • Çağın Muhacirleri, şu an yaşadığı zeminin Yesrib olduğunu unutmaz, başta nefsini, sonra hanesini, sonra mabedini ciddi bir şekilde imar etmeye çalışır.
  • Çağın Muhacirleri, başta kendi ile aynı dili konuşan aynı memleket ile bağı olan insanlarla irtibat kurar, onları diriltmenin yollarını bulur.
  • Çağın Muhacirleri, “medenilere galebe ikna iledir, icbar ile değil” ilkesi ile hareket eder, karşılaştığı her insana tebliğ görevi olduğunu unutmaz, tebliğinde temsilden sonra geldiğini bilerek hareket eder.
0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x