Siyer Kur’ân ilişkisi bağlamında Hz. Peygamberin ve aziz kitabımız olan Kur’ân-ı Kerim’in anlaşılması konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Kur’ân-ı Kerim’in ve Peygamber Efendimiz’in (sas) anlaşılması bağlamında siyerin rolü keza siyerin doğru okunabilmesi bağlamında Kur’ân’ın rolü hatta buna hadislerin rolünü de eklememiz lazım. Bunlar ayrı düşünülemez.Aslında bir üçlemeden söz edilebilir. Kur’ân, siret ve sünnet. Sünneti hadis diye sadece buraya mahsus olarak özelleştirerek ifade etmiş olayım. Kur’ân-ı sünnetsiz keza siretsiz anlamak mümkün değil; sireti Kur’ân’sız keza sünnetsiz ve hadissiz anlamak da mümkün değil. Hadis ve sünneti de Kur’ân’sız ve siretsiz anlamak mümkün değil yani eksik kalır yer yer bizi yanlış çıkarımlara sonuçlara götürebilir. Bu bakımdan Kur’ân, sünnet ve siret üçlüsünü bir bütün olarak değerlendirmek durumundayız. Neden bu böyledir? Çünkü Kur’ân, bu üçlünün semadan yeryüzüne uzanan ışığıdır. Siret bu ışığın yeryüzünde, tarih ölçeğinde, coğrafya ölçeğinde, sosyoloji ölçeğinde tahakkuk etmiş halidir. Sünnette bunun Hz. Peygamber şahsında temessül etmiş halidir. Şimdi Hz. Peygamber Efendimizin iki boyutu vardır.
1) Semadan aldığı bir nur var yani Kur’ân var.
2) Bu nuru kendi coğrafyasında kendi sosyolojisinde bir şekilde hayata geçirme mücadelesi var. Buna ‘Siret ‘ diyoruz.
Peygamber Efendimiz’in (sas) şahsının temsil etmiş olduğu anlayışa, yoruma, çizgiye efendim kişiliğe de ‘Sünnet’ diyoruz. Semadan aşağıya doğru inen ışığa Kur’ân dersek bu üçlü birbirini bu şekilde bütünlemiş oluyor. Bütünün ayrılmaz parçaları olan Kur’ân, sünnet ve sireti tabi ki birleştirerek okumanız gerekiyor aksi takdirde Kur’ân-ı sünnetten kopardığınızda çok garip tuhaf yer yer de ironik bazı modern yorumlar ya da yorumsamalarla karşılaşıyoruz. Keza sünneti siretten kopardığımız zaman aynı şekilde Peygamber Efendimiz’in (sas) bazı sözleri bazı uygulamalarını tamamen vasatsız ve bağlamsız biçimde işimize gelen yerde işimize geldiği şekilde onu alıp kullanabiliyoruz bir tür istismar ediyoruz aslında. Daha pratik olarak ifade edersek Kur’ân-ı Kerim’i eline alıp da oradan ahkam kesmek,Kur’ân’ı sünnetten ve siretten koparmaktır. Hadis kitabı olan Buhariyi, eline alıp da oradan ahkam kesmek sünneti siretten koparmaktır. Sireti de Kur’ân’dan ve hadis kitaplarından ya da genel olarak sünnet kitaplarından bağımsız olarak izole biçimde anlamaya kalkmakta sireti tamamen düz, yatay, konjonktürel bir hayat hikayesi olarak okumak gibi bir indirgemeciliğe bizi iter bu da doğru değildir. Çünkü siretin ardında 2 temel dinamik var: Kur’ân ve Sünnet. Yani Hz. Peygamber Efendimiz’in (sas) yaşamış olduğu coğrafya da karşılaşmış olduğu siyasi, ekonomik ve sosyal problemlerle yüzleşirken, bunlara karşı bir reaksiyon üretirken Kur’ân’a dayanıyordu keza Kur’ân üzerine geliştirmiş olduğu, yine Allah tarafından kendisine bir şekilde ilham edilen sünnete dayanıyordu yani Peygamber Efendimiz (sas) tamamen konjonktürel davranan, tamamen politik davranan siyasi ve politik çıkarları ön plana alan işte bir takım sosyolojik koşulların etkisi altında kalmış herhangi bir ideal, herhangi bir semavi ilkeye sırtını yaslamayan böyle pragmatik bir insan değildi. Sat önümüzde olduğu gibi tipik bir politikacı değildi ya da tipik bir iktisatçı da değildi. Bu bakımdan siret okuması ardında ki o semavi ilkelerle yani Kur’ân’la, sünnetle birlikte anlaşıldığında ancak sağlıklı bir içeriğe kavuşabilir. Günümüzde aslında pratik olarak da bunu görmek mümkün. Örneğin mealciler, sünnetsiz ve siretsiz bir Kur’ân okuması yaptılar ve geldikleri nokta ortada. Zaten bir çoğu iddiasından vazgeçti… Böyle bir okuma biçiminin sağlıklı olmadığını nihayet itiraf ettiler. Selefi kesim daha çok hadis ya da sünnet baskın bir okuma yapıyorlar yani hadis ile sünneti ben eşitlemek istemiyorum aslında yanlış bir şey bu yani sünnet eşittir hadis yanlış bir formüldür ama kabaca akla gelen bu olduğu için biraz da ben yaygın anlayışa atıfla böyle söylüyorum- bir okuyup hadis baskın bir din anlayışı güdüyorlar. Onların hadis baskın din anlayışı siyer de ki siyasi, ekonomik ve sosyolojik konjöktöre tamamen gözlerini yuman bu yaklaşımın getirmiş olduğu nokta da insanlığın bazı “İslamı terör örgütleri ve bunları uygulamış olduğu bir takım terör eylemleridir.” Efendim şimdi bu hadis ya da Kur’ân sınırlı sireti yani ilgili ayetlerini kıtal ayetlerini, savaş ayetlerini ya da kafirlere karşı yer yer sert yer yer fiili müdahaleyi ön gören ayetleri; asrı saadetin yani siyerin siretin kendi iç dinamiklerinden bağımsız olarak ya da yalıtılmış biçimde okumalarının trajik bir sonucudur.
İŞİD bunun en uç örneği olması bakımından altı daha kalın çizgilerle çiziliyor.Ala külli hal sağlıklı bir okuma kesinlikle Kur’ân’ı sünnetsiz, sünneti siretsiz bırakmadan hem ayetleri hem hadisleri hem de bu ayet ve hadislerin Hz. Peygamber şahsında ama Mekke ve Medine hicaz coğrafyasında 7. yy Arabistan’ın siyasi, ekonomik ve sosyal koşulları çerçevesinde nasıl hayata geçirildiği problemlere nasıl çözüm ürettiği nasıl bir konjoktür içinde bütün bunların varlık gösterdiği hesaba katılarak okunmasını kast ediyoruz aslında. Nitekim böyle bir okuma bize Mekki ve Medeni sureler keza Medeni surelerin Mekke fethi öncesi surelerle ve Mekke fethi sonrası sureler arasında ki dil farkını bi bakıma siyaset farkını, strateji farkını aydınlatacaktır. Eğer siretten bağımsız okursanız adına Mekki, Medeni deyin ya da demeyin o sureler arasında ki değişen, farklılaşan siyasi söylemi, sosyal söylemi, kültürel söylemi kavrayamazsınız yani garip hatta çelişik diyeceğiniz bir noktaya da bu iş vardırabilirsiniz. Sizin gözünüzde siret, bunları anlamlı hale getiriyor. Nasıl anlamlı hale getiriyor? Ben şöyle söyleyeyim: Siret deyince bunun içine cahiliye Arap tarihini de koymak gerekiyor yani cahiliye asrı ile İslam asrının ilk dönemini kapsayan bir siret anlayışından bahsediyoruz. Kafirlerin, müşriklerin ya da putperestlerin Mekke de Hz. Peygamber Efendimiz’e (sas) karşı tutumlarını biliyoruz. Kur’ân’da geçen Ellezine keferu ,el kafirin, el muşrikun şeklinde kafirler, müşrikler şeklinde ki ifadelerin; tanımlayıcı ifadelerin hep Mekke sireti ile alakası vardır.Peygamber Efendimiz (sas) ve etrafında ona inanan insanlara sürekli komplo yapan kumpas üreten yer yer işkence yapan, karantinaya alan ambargo uygulayan onları yok etmek için elinden geleni ardına koymayan Medine döneminin ilk yıllarında yok etmek için savaşlara kalkışan vs böyle bir siyer arka planı ile baktığınız zaman aslında kafir ya da müşrik dendiğinde bunun siret açısından politik bir karşılığının da olduğunu görüyorsunuz. Kafir demek sadece tevhide inanmayan demek olmuyor. Siretteki karşılığına baktığımızda aynı zamanda bu ayetlerin bağlamıyla düşündüğümüzde kafir demek, aynı zamanda Hz. Peygamber’e (sas) ve getirmiş olduğu dine, yapmış olduğu tebliğe karşı açıktan cephe alan ve onu yok etmek adına eylem ortaya koyan insan olmuş oluyor. Şimdi bu bakış açısından mahrum olduğumuz zaman Kur’ân da ‘’müşrikleri öldürün’’‘’kafirlerle savaşın’’ şeklinde ki ifadelerini hep şöyle anlıyoruz: Allaha inanmayanlarla savaşın. Yani size karşı düşmanlık etsinler etmesinler İslami tebliğ ve davetin önüne fillen geçsinler cephe alsınlar bunu yok etmeye, durdurmaya hatta yer yer Müslümanlara baskı ve işkence uygulayacak derecelerde kalkışsınlar ya da kalkışmasınlar… Allaha iman barış sebebidir; Allaha inanmama savaş sebebidir şeklinde anlıyoruz. O zaman politika çok ters bir noktaya geliyor. Çok daha agresif bir anda duruma bir anda evrilebilir devrilebilir siret okumasının böyle bir anlamı olduğunu faydası olduğunu burda ayrıca ifade etmek gerekir.
Geleneksel siyer kaynaklarında Kur’ân-ı Kerim yeterince kullanılmış mıdır? Ve Kur’ân-ı Kerim’in siyer kaynağı olarak okunmasında nasıl bir yöntem izlenilmeli?
Evet geleneksel siyer kaynakları deyince Arapça klasik siyer edebiyatı ile günümüz Türkçesinde ve Türkiyesi’nde ki siyer kaynakları şeklinde ayrım yapmak lazım günümüz Türkiyesi’nde yaygın, bilinen siyer kaynakları içinde Kur’ân hak ettiği yeri maalesef bulmuş değil. Kur’ân ayetleri ile sürekli irtibatlandırarak yani nüzul kronolojisine paralel biçimde asr-ı saadet ya da siret kronolojisinin yer aldığı bir siret kitabı çalışması yok.İzzet Derveze’nin ‘’Kur’ân’da Hz. Muhammed’’ diye bir kitabı var 2 cilt halinde Türkçe’ye de çevrildi. Bu çalışma belki Kur’ân-siret çalışmaları için bir örnek teşkil edebilir. Başka örnekler de illa ki var ben yok demiyorum ama istenilen çapta yaygınlıkta değil. Klasik kaynaklar içerisinde böyle çok cüzi olarak benim rastladığım birkaç tane var. Eski Arapça kaynaklar klasik dönemlerde yazılmış böyle siyer vakalarını anlatırken hemen ilgili olayları; Uhud’u anlatırken Nisa suresinde ki ilgili ayetlerle birlikte anlatan, Bedir’i anlatırken Enfal süresinde ki ilgili ayetlerle ilişkilendirerek anlatan, Beni Nadr Yahudilerine karşı o seferi savaşı anlatan ilgili kronolojik sene, olay anlatılırken bir şekilde Haşr suresine atıf yapan o ayetleri birlikte değerlendiren eski hatta yeni Arapça çalışmalar yok değil var ama siretin içinde Kur’ân ne kadar yer alıyor sorusunun cevabı için bunlar yeterli bir veri teşkil etmiyor. Yani Kur’ân da açıktan Uhud savaşının anlatılmış olduğu, Nisa suresinin falan bölümü işte siretin o bölümü anlatılırken gündeme getirilirse Kur’ân siret ilişkisi kurulmuş olur… olmuyor! yetmiyor.O zaman Mekke de ki sureleri ne yapacaksınız çünkü Mekke de nazil olan surelerin büyük bir bölümü, Mekke’deçok da böyle net bir kronolojilendirme yapmak da mümkün olmadığı için kabaca dönemlendirme falan yapılıyor, ama olaylarda böyle çok net Habaşiştan’a hicret akabe falan bunlar için bir tarihlendirme mümkün olsa da bunun Kur’ân da birebir işte Uhud savaşı gibi, Bedir savaşı gibi, Beni Nadr savaşı gibi karşılığını bulmak kolay değil… E ne olacak bu durumda Kur’ân’ın Mekki surelerinin, siretin Mekke dönemi anlatılırken ilişkilendirilmesi kolay olmayacak işte asıl bunu yapmak lazım. Medine de Hudeybiye sonrası Fetih süresi ile birlikte nazil olan diğer sureler ya da pasajlar aynı şekilde o sürece son 4 yıllık sürece nasıl uyarlanacak… bunlar biraz problem yani biraz burda yazarın insiyatif alması da gerekiyor, “spekülasyon yapması da gerekiyor” iyi Kur’ân okuması gerekiyor ama Kur’ân-ı hep asr-ı saaddet kronolojisi ile ilişkilendirerek okuması gerekiyor. Surenin muhtevasından kullanılan ifadeler, atıflardan bunları çıkarmak mümkün evet böyle bir yöntem konusuna da belki bir iki cümle ile atıf yapmış olduk böyle bir çalışmaya kesinlikle ihtiyaç var mevcutlar kesinlikle ihtiyacı karşılayacak çapta değil. Dediğim hususlara dikkat edilerek ve uzmanların mutlaka söyleyecekleri çok daha önemli çok daha geniş açıklamalar da olacaktır benim aklıma gelenler bunlar.