Muhterem Hocam, Malumunuz Siyer’in En Temel Kaynağı Kur’ân-ı Kerim’dir. Siyer-Kur’ân ilişkisi bağlamında, Hz. Peygamber’in ve Aziz kitabımız olan Kur’ân-ı Kerim anlaşılması konusunda neler söylersiniz?
Soruda da söylediniz, gerçekten öyle; Siyer’in en temel kaynağı Kur’ân-ı Kerim’dir. Sözün hem özü hem de mutlak manada hakikatidir. Kur’ân dediğimiz zaman Kelamullahtan/ Allah’ın kelamından bahsederiz. O kelamın içerisinde en ufak bir tereddüd ve şüpheye meydan vermeyecek şekilde bir hakikati ortaya koymuş oluruz. Elbetteki Kur’ân-ı Kerim geçmiş peygamberleri anlattığı gibi Aleyhisselatu vesselam Efendimiz’i de anlatıyor. Yine malum olduğu gibi 23 senelik bir nüzûl süreci var. Bu nüzûl süreci belli olaylara belli hadiselere belli muhataplara yönelik olarak gidiyor. İşte böyle olunca aslında biz Kur’ân-ı Kerim içerisinde 23 yıllık nübüvvet tarihinin tamamını hatta Aleyhisselatu vesselam Efendimiz’in 40 yıllık nübüvvet öncesi hayatının bazı safhalarını ve sayfalarını da okuruz. Dolayısıyla böyle bir kaynak bütünlüğü ile karşı karşıyayız. Zaten Kur’ân’ı bize bildiren, tebliğ eden, onu açıklayan, tebyin eden, talim eden yani bize öğreten Aleyhisselatu vesselam Efendimiz’in hayatında Kur’ân’ı; Kur’ân’ı da onun hayatında bulmak mümkündür. Şöyle bir cümle gerçekten isabetli bir cümle olur: “Kur’ân onu anlatıyor, O (sas) da Kur’ân’ı anlatıyor. O halde Siyer-Kur’ân ilişkisini böyle bir ilişki olarak anlamalıyız.
Geleneksel siyer kaynaklarında Kur’ân-ı Kerim yeterince kullanılmış mıdır? Kur’ân-ı Kerim’in Siyerin kaynağı olarak okunmasında nasıl bir yöntem izlenmelidir?
Bizim Siyer kaynaklarımızın birçoğundan biraz daha rivayet öncelikli bir yürüyüş görürüz. İlgili nesiller zaten Kur’ân’ı biliyordu. Kur’ân bilgisi onlarda olduğu için o bilgiyi tekrar etmeye ihtiyaç duymamışlardır. Bundan dolayı ayetlerde sarahaten zikredilmeyen tarihî hadiseler, özellikle meğazi dediğimiz Peygaberimiz’e (sas) ait savaşlara yönelik rivayetler aktarılmıştır. Ama günümüzde biz Kur’ân ile Siyer’i ancak iç içe ele aldığımızda istifade edebileceğiz. Dolayısıyla bizim geleneksek manadaki kaynaklarımız bize malumatı ulaştırma kokusunda bazı hadiseleri anlayabileceğimiz temel referansları verme konusunda çok çok önemlidir. Ancak biz bir iki tane kaynağa bağlı kalarak zaten hiçbir mevzuyu anlayamayacağımız için Siyer’i de anlayamayacağız. O halde yapacağımız şey bütüncül bir okumaya meseleyi tabi tutmaktır. Somut bir örnek üzerinden meseleye bakarsak diyelim ki biz Bedir Savaşı’nı anlamak istiyoruz. Bugün klasik Siyer kitaplarında Bedir Gazvesi’ne ait rivayetler belli. Orda Efendimiz’in çıkışından Bedir’e gidene kadarki duraklarda karşılaştığı hadiseler sonra savaşa ait birkaç mesele; arkasından ganimet ve esirlerle alakalı mesele, ondan sonra da dönüş yolundaki bazı hadiseler anlatılır. Ama Bedir,Kur’ân’da da anlatılır. Gerçekten o rivayetlerde olmayan bilgiler hemde çok daha farklı şekilde anlatılır. Biz eksene o ayetleri yerleştirdiğimiz zaman onun üzerine bina ettiğimiz rivayetler bize başka bir ufuk verecek. Tabiri caiz ise eğer Siyer kitaplarında var olan malumat işin zemini/alt yapısı olacak, orda o konu ile alakalı ayetler ise işin ruhu olacak. Zeminle ruh birleştiği zamanda bu çağın insanları olarak hadiselerden de olaylardan da olayların arka planlarından da Peygamber’in (sas) attığı adımların hikmetinden de çok daha farklı biçimde istifade edeceğiz. Dolayısıyla ne olursa olsun, biz böyle bir bütüncül okumaya mecburuz. Bunu gözden kaçırdığımız zaman da ne istenilen oranda Kur’ân’dan ne de istenilen oranda Siyer kaynaklarından ve Siyer kaynakları içinde geçen rivayetlerden istifade edebileceğiz. Yapmamız gereken bu iki kaynağı birbirlerinin ekseninde ve birbirlerinin referansında, ama tabiki Kur’ân’ın hakemliğinde okumaya tabi tutmak ve istifademizi de bu ilke üzerinden çoğaltmaktır.