Menü
Ramazan Altıntaş
Ramazan Altıntaş
Takdir ve Tedbir Bağlamında Depremler
Aralık 22, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

İslam inancına göre kaza ve kadere iman etmek altı iman esasından birisidir. Kur’an-ı Kerim’de kaderle ilgili geçen âyetlerde ‘kader’ kelimesi; takdir etmek[1], yasa, ölçmek, planlamak [2] ve belirli bir süre [3] gibi anlamlarda kullanılmıştır.  Bu bağlamda kader kelimesinin temel anlamı, yasa ve ölçü demektir. Kader kökünden türeyen takdir de Allah’ın tabiata koyduğu işleyen yasasıdır.  Yüce Allah’ın evrene fiziksel, biyolojik ve sosyal yasalar koyması ise kaderdir.  Din ve dünya işlerinin salahı,  bu yasalara uygun hareket etmeyi gerektirir. Bu yasaların ihlali kaosu meydana getirir. Dini bir terim olarak kader, ezelden ebede kadar olacak olan şeyleri Yüce Allah’ın bilmesidir.  Allah’ın bilmesi; yaratmak ve belirlemek manalarına gelir. Kader, kader-i muallak ve kader-i mübrem diye ikiye ayrılır. Yaratmak, kader-i muallakı, belirlemek ise kader-i mübremi ilgilendirir.

  Ehl-i sünnet âlimleri yaratma manasına gelen, insanın irade ve kudretine bağlı olan kadere “kader-i muallak” adını vermişlerdir. Eylemlerinde irade özgürlüğüne sahip olan insan sorumlu bir varlık olarak, dünyada yapıp-ettiklerinden âhirette hesaba çekilecektir. Bu alanda insanın iradesine göre Yüce Allah yaratma eylemini meydana getirmektedir. İnsanın özgür irade ve ihtiyarı ile iman ve küfürden, hidayet ve dalâletten birisini seçmesi, ibadetlerini yerine getirip getirmemesi,  İslam ahlakına uygun olarak yaşayıp yaşamaması bu kaderin içerisine girer. Dolayısıyla aklını kullanabilme yetisine sahip ve ergenlik çağına gelen kadın ve erkek her insan, kendi özgür iradesiyle yaptığı ihtiyari fiillerinden sorumlu tutulacaktır.

Kader-i mübrem ise, ezelde belirlenmiş kader olup, insanın irade ve kudretinin dışında meydana gelen olaylarla ilgili kaderdir.[4]  Bu alanda insanın bir sorumluluğu yoktur, ancak insan, tedbir almakla mükelleftir.  Tabiat olayları (fırtına, tsunami, sel, deprem gibi âfetler, ay ve güneş tutulmaları, mevsimlerin oluşumu, gece ve gündüzün meydana gelmesi), kıyametin kopması, bir insanın anne ve babasını, akrabasını, coğrafyasını, dilini ve ırkını, cinsiyet ve ecelini, rızkını seçememesi gibi durumlar ızdırari irade kapsamı alanına girer. Bunların her birisi kader-i mübreme örnektir.   İnsan kader-i mübrem alanında sadece tedbir almakla mükelleftir,  mutlak takdir yetkisi Allah’a aittir. Kaldı ki,  doğaya hâkim olan kurallar sistemi değişmez, ancak doğadaki biz insanların bu olaylara karşı tedbir bağlamında davranışları değişebilir.[5]

Kader ve depremler arasındaki ilişkilere gelince, jeolojik bir olay olan depremler, ay ve güneş tutulmaları gibi kader-i mübrem çerçevesinde olup,   bunu Yüce Allah’tan başka hiçbir güç engelleyemez.  Çünkü depremler, fiziksel bir yasadır. Dünyanın merkezinde bir ateş denizi olan magma, aşırı derecede birikmiş enerjisini fay kırılmaları ve yanardağlar vasıtasıyla dışarı atarak rahatlamaktadır.  Eğer lokal anlamda içeride biriken enerji ya da gaz dışarı atılmazsa topyekûn infilak ederek dünyanın sonunu getirebilir.  Depremlerin meydana gelmesi tabii bir kural olup değişmez, ancak bu tabii kurala karşı,   insanların tedbir alması değişebilir. Günümüzde yerbilimcileri fay hatlarının haritasını çıkarmışlardır. Ama ne var ki, bugün için, yerbilimi alanındaki imkânlarla depremlerin ne zaman ve kaç şiddetinde meydana geleceği bilinememektedir.

Evet, depremler,  Yüce Allah’ın bir takdiri ve belirlemesi olup, kesin bir kaderdir. İşin bize düşen veçhesi ise, tedbir almaktır. Bu alanda depremlerin âfete dönüşmemesine karşı birey ve toplum olarak ne gibi tedbirler alabiliriz? Başta yapacağımız binaların zemin etütleri iyi yapılmalı; özellikle köy, mezra ve şehirlerde yer alan vadilerin, dere yataklarının içlerine ve fay hatlarının üzerine binalar yapılmamalıdır. Bununla ilgili olarak yapı tekniği açısından mevzuata uygun demir, kaliteli beton kullanımı, denetleme ve ruhsatlandırma gibi konularda azami titizlik ve gayret gösterilmelidir. Bugün depremler bir deprem ülkesi olan Japonya’da da meydana gelmektedir.  Richter ölçeğine göre en şiddetli depremlerde bile binalar sallanmasına rağmen yıkılmamakta ve hiçbir kimsenin burnu kanamamaktadır.  Hakeza buna Şili örneği de eklenebilir.  Bizler doğduğumuz coğrafyayı, şehri ve kasabayı seçme imkânımız olmadan dünyaya geliyoruz.  Bu kaderimizdir. Ancak fay hatları üzerine bina inşa etmemek, binalarımızı depreme dayanıklı yapmak, zayıf zeminleri imara açmayıp yüksek binaların yapılmasına izin vermemek bizim elimizdedir. Bunları yapmayanlar, molozların altında kalan masum çocukların ve yetişkinlerin hayatından sorumludurlar.

Öte yandan depremler,  ilahi bir ceza da değildir. “Şayet Allah insanları yapıp ettikleri yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yerin üstünde tek bir canlı bırakmazdı; fakat onlara belirlenmiş bir vadeye kadar mühlet veriyor. Vadeleri dolduğunda ise (herkes anlayacaktır ki) Allah kullarını hakkıyla görüp bilmektedir.[6]  Depremler, seller ve doğal olaylar tamamen jeolojik ve coğrafi tepkimelerin sonucu oluşmaktadır.  İnsan bu olaylar karşısında tedbir almadığı, Yüce Allah’ın sorumlu tuttuğu ödevleri hakkı ile yerine getirmediği zaman bunun faturası âfete dönüşmekte ve sonuçları acı olmaktadır.  Fay hatlarının üzerine bina yapmak, sel sularının geçeceği güzergâhların yataklarını değiştirmek, meyve ve sebzelerin genetiğini bozmak suretiyle kötü sonuçların meydana gelmesine davetiye çıkarmak buna örnektir. Bu konuda Yüce Allah bizi şöyle uyarmaktadır: “İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara ­tattırıyor.”[7]  İşte bu uyarıdan da anlaşıldığı gibi,  doğal afetlere karşı hazırlıklı olmamak, Allah’ın koyduğu yasalara uymamak ve ahlaki değerler alanında çöküntü, böylesi korkunç sonuçların doğmasına yol açmaktadır.  Bunlara ilave olarak, özellikle günümüzde toprağın, havanın ve suyun sanayi atıkları ve şehir çöpleri yüzünden dizginlenemeyen bir şekilde kirletilmesinin acı faturaları insanların kendi elleriyle yapıp ettiklerinin bir sonucudur.[8]

Bilindiği gibi insan hatası olan tedbirsizlik sebebiyle doğal afetlerin ve depremlerin neticesinde can kayıpları artmakta ve çok sayıda mal zararları ortaya çıkmaktadır. İnsanoğlu zayıf yaratılmıştır.[9] Bir yerde başarı olduğu zaman kendisine mal etmekte, başarısızlıkların faturasını da Yüce Allah’a kesme gafletine düşmektedir.[10] Kur’an bu yanlış algıyı şöyle düzeltmektedir: “Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir.”[11] Müslüman toplumlarda aynı yanlışlar insanın yaşam süresinin sonu olan ecel konusunda da tekrarlanmaktadır.   Nitekim depremlerde ölen insanlar başka yerde olsaydı ölmeyecekler miydi? diye sorulur ve bunun cevabı olarak da ölecekti, diye cevap verilir.  Hâlbuki ecel beşeri planda değişir: “Allah dilediğini siler, dilediğini sabit bırakır.  Ana kitap (levh-i mahfuz) O’nun katındadır.”[12]  Bu ayetten de anlaşıldığı gibi beşeri planda değişen ecel, ilahi ilimde tektir ve değişmez. Çünkü ilahi bilgi, her şeyi sebep ve sonuçlarıyla birlikte kuşatır. Ancak beşeri bilgi her şeyi kuşatamadığından insan sebepleri işlemekten ve sebeplere bağlanmaktan sorumludur. Elbette, her nefis kendisine biçilen süreyi tamamlayınca emaneti sahibine teslim edecektir. Biz buna yürekten inanıyoruz. Kaldı ki biz, “yaşayacağımız süreyi” bilemiyoruz.   Bize düşen, bu süreyi en randımanlı ve kaliteli bir şekilde yaşayabilmek için tedbir almaktır. Takdir Allah’a aittir. Ama Allah’ın takdirini de hiçbir zaman cebir inancı içerisinde değerlendirmemek gerekir.  Zira Cenâb-ı Hak,  beşeri planda her şeyi sebeplere bağlanmıştır.[13] Biz sebeplere sarılmakla mükellefiz.  Bu yüzden beşeri planda sebepsiz takdirden söz etmek mümkün değildir. Yüce Allah Kur’an’da geçen bir âyette: “Ey iman edenler! Hazırlığınızı görün[14]  buyurmuştur.  Hz. Peygamber (a.s)’dan gelen rivayetlerde de tedbirli olmakla ilgili uyarılar vardır. Örneğin, bir adam Hz. Muhammed (a.s)’a gelerek:   “Ben devemi serbest bırakıp öyle mi tevekkül edeyim yoksa bağlayarak mı tevekkül edeyim?” diye sorması üzerine, Resûl-i Ekrem (a.s), “önce deveni sağlam kazığa bağla sonra tevekkül et” tavsiyesinde bulunmuşlardır.[15] Tedbirli olmanın öğütlendiği karantina olayı ile ilgili yine bir başka rivayette Hz. Peygamber (a.s)’ın ümmetine şu tavsiyelerde bulunduğunu görüyoruz:  “Bir yerde veba ve benzeri herhangi bulaşıcı bir hastalık olduğunu işittiğiniz zaman o yere girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde böyle bulaşıcı bir hastalık varsa, oradan da çıkmayınız.”[16] Her biri gökteki yıldızlar gibi olan Hz. Peygamber (a.s)’ın sahabesi de tedbir ve takdir ilişkilerini doğru bir zeminde götürmüştür. Nitekim hulefâ-i râşidinden Hz. Ömer (r.a), bir gün arkadaşlarıyla birlikte Şam’a gitmek üzere yola çıkar. Cabiye denilen yere geldiklerinde Şam’da bulaşıcı bir hastalık türü olan veba salgınının ölüm saçtığı haberini alırlar. Hz. Ömer’in arkadaşlarından birisi; “Allah’a tevekkül ederek Şam’a girelim, Allah bizi bu bulaşıcı hastalıktan korur. Sonra Allah’ın kaderinden kaçamayız” deyince,  Halife Hz. Ömer (r.a), bu anlayışa şiddetli tepki gösterir. Veba salgınının bulunduğu Şam’a girmeden geri döneriz deyince, “Allah’ın kaderinden mi kaçıyoruz ya Ömer?” şeklinde tepki alır. Bunun üzerine Hz. Ömer, “evet, Allah’ın kaderinden kaçıp, yine Allah’ın bir başka kaderine sığınıyoruz” karşılığını verir.[17] İslam tarihi kitaplarının yazdığına göre bu tedbire karşı çıkıp Şam’da kalanlar arasında bulaşıcı hastalık sebebiyle yaklaşık yirmi beş kişi vefat etmiştir.

Diğer taraftan doğal olayların insanın sınanmasıyla ilgili boyutları da vardır. Yaşadığımız bu dünya hayatı, farklı şekillerde denendiğimiz, sahip olduğumuz imkânlarla sınandığımız bir yerdir. Yüce Allah’ımız dünya hayatını imtihan yurdu olarak yaratmıştır.[18]  Var olan bu âlemde oluşan ve insanın başına gelen olaylar, insan için bir sınamadır. Bu sınanmanın karşılığında bize ebedi yurt olan cennet ve cehennem sunulmuştur. Eğer ki Allah Teâlâ evrendeki kötülüğe engel olsaydı insanın zorluklar karşısında sabretmesinin anlamı kalmaz ve sonucunda mükâfat verilmesi anlamsız olurdu.  Dünya denilen bu âlemde başımıza gelen her iyilik ve kötülük şüphesiz Allah’ın bizim bu olaylar karşısındaki sabrımızı sınamasıyla ilişkilidir. Acı ve tatlı olaylarla sınandığımız bu olaylar karşısında sabredenler kazanacaklardır.[19] Bu dünya hayatında zerre miktarı iyilik yapan da kötülük yapan de öte dünyada karşılığını eksiksiz bir şekilde tam olarak görecektir. Hiçbir kimseye zulüm yapılmayacaktır. Unutmayalım ki, zulmün ve haksızlığın fâili (haşa) Allah değil,  insanın kendisidir. O, mutlak manada adâletin ve hakkaniyetin dağıtıcısıdır.

Sonuç olarak,  doğal olayların bir parçası olan depremler de bir tabiat yasasıdır. Yasa olma bakımından ilahi takdirin bir parçasını oluşturur. Bu takdiri salt kör bir fatalizm içerisinde değerlendirmemek gerekir.   Burada insana düşen görev, doğal olayların ve depremlerin âfete dönüşmemesi için önceden tedbir almaktır.  Allah’ın takdiri, kulun tedbirli olmasını engellemez. Şehirlerimiz ve tüm yerleşim yerlerimiz depremlere karşı tedbirli bir yapılanma süreçlerinden geçtiği takdirde Allah’ın izni ve keremiyle can ve mal kayıpları ya hiç yaşanmayacak ya da asgari düzeyde gerçekleşecektir. Depremlerin ne zaman olacağını bilmediğimiz için deprem gecesi başka bir yerde bulunmak elimizde değildir, ancak,  depremlere dayanıklı sağlam evler yapmak bizim elimizdedir.  Bu sebeple tedbirsizliğin acı faturasını Yüce Allah’a kesmek, O’na yapılacak en büyük bir iftiradır. Elbette depremler karşısında tedbir almayanların kusurları ve ihmalkârlıkları vardır. Bu kişi ya da kurumların hem bu dünyada hukuk önünde ve hem de ahirette mahkeme-i kübrada hesap verecekleri bir gerçektir.  Bize düşen insanî, dinî, ilmî ve matematiksel planda elimizden gelen her şeyi yerine getirdikten sonra gerisini Yüce Allah’a havale ederek tevekkül ehli olmaktır.

[1] Bkz. 6/En’âm 91.

[2] Bkz. 13/Ra’d 26; 54/Kamer 12, 49; 23/Muhammed 18; 25/Furkan 2.

[3] Bkz. 13/Ra’d 18.

[4] Bkz. 57/Hadid 22-23.

[5] Bkz. 13/Ra’d 11; 33/Ahzap 82.

[6] 35/Fâtır 45.

[7] 30/Rum 41.

[8] Bkz. Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, çev. Cahit Koytak-Ahmet Ertürk, İstanbul: 1999, II, 828-829.

[9] 4/Nisa 28.

[10] Bkz. 10/Yunus 12; 70/Meâriç 19-20; 89/ Fecr 15-16.

[11] 4/Nisa 79.

[12] 13/Ra’d 39.

[13] Bkz. 18/Kehf 89.

[14] 4/Nisa 71.

[15] Tirmizî “Kıyâmet” 60.

[16] Buhârî “Tıb” 30.

[17] Bkz. İbn Sa’d, Ebu Abdillâh Muhammed, Tabakâtü’l-Kübrâ, Beyrut, ts.,  VII, 78.

[18] 67/Mülk 2.

[19] Bkz. 2/Bakara 155.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x