Menü
İlyas Çelebi
İlyas Çelebi
Tarihin Yasaları: Sünnetullah
Eylül 25, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

Tarihin Yasaları: Sünnetullah

Prof. Dr. İlyas Çelebi

İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Evrende tam bir düzen ve yerli yerindelik söz konusudur. Mevcut olan her şeyin bütün içinde bir yeri vardır ve hiçbir şey lüzumsuz, gereksiz ve abes değildir. Ontik uyumluluk ve ekolojik denge olarak da ifade edilen bu yapı, olması gerekenlerin en mükemmelini temsil etmektedir. Bu muazzam ve mükemmel düzen, ilmi her şeyi kuşatan ve kudreti murat ettiği her şeye yeten yüce Allah’ın eseridir.

Evrende görülen bu kozmik düzen ve ahengin farklı bir versiyonu dünya hayatında içtimaî nizam şeklinde görülmektedir. Birincisi tabiat yasaları ile sağlanırken ikincisi sosyal yasalarla temin edilmektedir. Âlemin devamını sağlayan kozmik yasalar canlı-cansız bütün varlıkları ilgilendirirken, sosyal yasalar sadece insanlarla ilgilidir. İnsan topluluklarının hayatlarını idame ettirmeleri bu yasalara uymalarına bağlıdır. Söz konusu yasalar da kozmik yasalar gibi süreklilik arz ettikleri ve insanlık tarihi boyunca varlıklarını devam ettirdikleri için içtimaî yasalar yanında “tarihin yasaları” olarak da adlandırılmışlardır. İslâmî terminolojide ise bu yasalara “sünnetullah” ve “âdetullah” gibi tabirler kullanılmıştır.

Etimolojik ve Kavramsal Çerçeve

Sünnetullah tabiri “bir şeyi veya bir işi beyan etme, vuzuha kavuşturma; iyi ve kötü yeni bir yol ve yöntem biçimi ortaya koyma” mânalarına gelen s-n-n kökünden türemiş isim olan sünnet kelimesi ile lafza-i Celâlden teşekkül eden bir terkip olup “Allah’ın koyduğu kanun, tertip ettiği düzen” demektir.[1] Sünnetullah terim olarak ise; “Allah Teala’nın tabiatı ve toplumları yaratmak ve yönetmek üzere koyduğu kanunlar” anlamına gelir.[2]

Kelâm ilminde sünnetullah yerine daha çok âdetullah tabiri kullanılmaktadır. Kelâmcılar, mucizeye alan açmak için sünnetullahın zorunlu değil caiz olduğunu, sürekliliğin ise âdet yoluyla sağlandığını, mucizelerin de âdete aykırı (hârikulade) olarak gerçekleştiğini söylemektedirler. Kur’ân-ı Kerîm’de sünnetullah karşılığında “kavl”, “fıtrat”, “halk”, “hak”, “kelimetullah” ve “kelimetü rabbik” tabirleri de kullanılmaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm’de Sünnetullah Kavramı

Kur’ân-ı Kerîm’de “sünnet, sünen, sünnetullah, sünnetünâ ve sünnetü’l-evvelîn” şeklinde farklı lafız ve kalıplarla geçen ibarelerin tümünde aynı veya yaklaşık anlamlar ifade edilmekte olup o da “Âlemin nizam içinde ve ahenkli olarak varlığını sürdürmesi için Cenâb-ı Hakk’ın koymuş olduğu kurallar, toplumların devamı için uyulması gereken içtimaî kanunlar, Allah’ın varlığı, birliği ve âhiret gününün vuku bulacağının kanıtlanması meyanında tabiatın işleyişiyle ilgili beyanlar ve Allah Teala tarafından görevlendirilen peygamberlerin, gönderildikleri ümmetlere tebliğ ettikleri esaslar, yol ve yöntem” demektir.

Sünnetullah’tan söz eden âyetlerde yerine göre kevnî veya içtimâî kanunlara işaret edilmekte ve bunlarda değişimin olmadığı haber verilmektedir. Bu içerikteki âyetlere şu örnekleri verebiliriz:

Kendilerine bir uyarıcı geldiğinde, bütün ümmetlerden daha çok doğru yolda olacaklarına dair bütün güçleriyle Allah’a yemin etmişlerdi. Fakat kendilerine uyarıcının gelmesi, büyüklük taslamaları ve kötü düzen kurmaları yüzünden sadece nefretlerini artırdı. Oysa kötü kurulan düzene ancak sahibi düşer. Öncekilere uygulanagelenden (sünnete’l-evvelîn) başkasını mı bekliyorlar? Sen Allah’ın uygulamasında (sünnetellah) bir değişme bulamazsın. Sen Allah’ın uygulamasında bir sapma bulamazsın.” (Fatır 35/42-44).

“Allah’ın Peygamber için öngördüğü şeylerde ona bir güçlük yoktur. Bu, Allah’ın öncekilere ilişkin uygulamasıdır (sünnetellah). Allah’ın emri şüphesiz gereği gibi yerine gelir.” (Ahzâb 33/62).

“Allah’ın geçmiştekilerle ilgili uyguladığı sünneti (sünnetellah) budur. Sen Allah’ın uygulamasında hiçbir değişiklik bulamayacaksıni” (Ahzâb 33/62).

“Ancak, Bizim baskınımızı gördüklerinde inanmaları kendilerine yarar sağlamadı. Bu, Allah’ın kulları hakkında (öteden beri) süregelen uygulamasıdır (sünnetellah). İşte inkârcılar o zaman kayba uğradılar.” (Mü’min 40/85).

“Allah’ın (öteden beri) süregelen uygulaması (sünnetellah) budur. Allah’ın uygulamasında bir değişme bulamazsın.” (Fetih 48/23).

Sünnetü’l-evvelîn’den söz eden âyetlerde ise daha önce gelip geçmiş ümmetlerden örnekler verilerek bunların helak edilme nedenlerine işaret edilmektedir. Kısas-ı enbiya olarak anlatılan olaylarda Cenâb-ı Hakk’ın bu kanununa işaret edilmektedir. İmaduddin Halil İslâm’ın Tarih Yorumu adlı eserinde Kur’ân kıssalarını “tarihin derinliklerinde yaşanmış tecrübelerden yararlanılarak ortaya konmuş, hayatın zor ve çetin yönlerini gösteren, geleceği belirlemeye yardımcı olan işaret levhaları”na benzetir.[3] Bu içerikteki âyetlere örnek olarak ise şu âyetler verilebilir:

“İnkâr edenlere, eğer vazgeçerlerse, geçmişlerinin bağışlanacağını; yok yine devam ederlerse, öncekilerle ilgili uygulamamızın (sünnetü’l-evvelîn) geçerli olduğunu söyle.” (Enfal, 8/38).

“Öncekilerle ilgili uygulamamız (sünnetü’l-evvelîn) ortada iken, yine de ona inanmazlar.” (Hicr, 15/13).

“İnsanlara doğruluk rehberi gelmişken, onları inanmaktan ve Rablerinden bağışlanma dilemekten alıkoyan, öncekilere uygulananın “(sünnetü’l-evvelîn) kendilerine de gelmesini veya azabın karşılarına çıkmasını beklemelerinden başka bir şey değildir.” (Kehf 18/55).

Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de aynı muhtevayı ifade etmek üzere sünnet (İsrâ, 17/77), sünen (Âl-i İmran 3/137), sünnetüna (İsrâ 17/77), el-kavl (İsrâ 17/16), fıtrat (Rum 30/30), halk (A’raf 7/54), hak[4], kelimetün sebakat (Yunus 10/110) kelimetullah[5] ve kelimetü Rabbik (Yunus, 10/96) tabirleri kullanılmaktadır.

Bazı örneklerini verdiğimiz âyetlerin önünde geçen veya arkasından gelen âyetlerde peygamberleri yalanlayıp davetlerine icabet etmeyen ve onlardan tabiat yasalarını aşan mucizeler isteyen milletleri helak eden ceza niteliğindeki âdet-i ilahiyye anlatılmış,[6] geçmiş ümmetler ve peygamberler için Cenâb‑ı Hakk’ın koymuş olduğu kanun ve hükümler beyan edilmiş; tabiat kanunları ile sosyal kanunlar arasında bağ kurularak sosyal kanunlara uyulmaması halinde tabiat kanunlarının devreye girip helaki hazırladığına işaret edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Nuh’tan itibaren birçok kavmin bu çerçevede tufan, deprem, kasırga ve denizde boğulma gibi afetlerle helak edildiği anlatılır. Kur’ân’da bu kanunlar, geçmiş milletlerin başından geçen olaylarla ortaya konulmakta, peygamberlerin bu yasaları öğretmek için gönderildikleri, bunlara göre yaşayan toplulukların dünyada mutlu oldukları, ahirette ise kurtuluşa erecekleri haber verilmektedir. Söz konusu kanunlara uymayanların ise dünyada helâk olacakları, ahirette ise hüsrana uğrayacakları bildirilmektedir.

Tarihî Süreçte Sünnetullah’ın Ne Anlama Geldiği

IX. yüzyıldan itibaren İslâm dünyasında tartışılmaya başlanan dinî-felsefî konulardan biri tabiatın ilk nedeni ile onun mekanik ve determine bir şekilde işleyip işlemediği, böyle değilse nasıl oluştuğu ve ondaki düzen ve sürekliliğin nasıl açıklanacağı hususuydu. Kelâmcılar ilk oluşumun vacibu’l-vücud ve kadim olan Allah Teâlâ’nın onu yoktan var etmesi suretiyle gerçekleştiğini söylemektedirler. Âlemin işleyişindeki sürekliliğin ise deizme götüreceği endişesiyle zorunlu determine yapıda olmadığını kaydetmektedirler. Bunun yerine âdet teorisini geliştirmişlerdir. “Eski duruma dönmek; tekrarlamak, bir şeyi arka arkaya yaparak alışkanlık haline getirmek; alışılmış olan şey” gibi mânalara gelen a-v-d kökünden türemiş bulunan âdet kelimesi, terim olarak “tabiat olaylarının sebep-sonuç ilişkisi içinde tekrarlanıp devam etmesi, herhangi bir fiilin Allah’tan sudûrunun dâimî olarak yahut çoğunlukla tekrarlanması” demektir.[7] Tabiatın mevcut düzenini kurup sürdüren Allah Teâlâ olduğundan İslâmî terminolojide fizik âlemi idare eden kanunlara “âdetullah” veya kısaca “âdet” denilmiştir.

Tabiat kanunlarının değişmezliğini savunan kadim filozoflara mukabil kelâmcılar bunların Allah’ın koyduğu kanunlardan ibaret bulunduğunu ve O’nun iradesiyle değişebileceğini, dolayısıyla teorik açıdan zorunlu olmadığını söylemektedirler. Bu sebeple de “illiyet” yerine âdet terimini kullanmayı tercih etmişlerdir. Âdet teorisi tabiat kanunlarının zorunluluğunu gerektirmediği ve bir tür vesilciliği çağrıştırdığı için tabiattaki işleyişe aykırı olarak ortaya çıkan olaylar” için kullanılan hârikulâdeye kapıyı kapamıyor, Tanrı’ya müdahale alanı bırakıyor ve mûcizeye imkân sağlıyordu. Âdet kavramı sadece tabiî varlıklar için kullanılırken sünnetullah hem tabiî varlıklarla ilgili yasaları hem de tarihsel varlık alanında geçerli olan kuralları kapsamaktadır.

Tabiî Varlıklarla İlgili Yasalar

Cenâb-ı Hakk’ın biri tekvînî, diğeri de teşriî olmak üzere iki tür kanunu vardır. “Yaratma ve emir O’na aittir.” (A’raf 7/54) âyeti bu iki kanuna işaret eder. İrâde-i tekvîniyye ile gerçekleşen tekvînî kanunların tesirinin beşer tarafından değiştirilmesi mümkün değildir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de:

“Allah sana bir zarar verecek olsa onu, O’dan başka hiç kimse engelleyemez. Senin için bir iyilik murat edecek olsa ona da hiç kimse mâni olamaz.” (Yûnus 10/107)âyetleri ile bu kanunlara işaret edilmektedir.

Yine Kur’ân-ı Kerîm’de tabiatın işleyişi ve yönetimiyle ilgili kanunlara temas edilmekte, bu düzenin Allah tarafından konulup korunduğu bildirilmekte ve söz konusu düzende değişiklik yapma kudretinin sadece O’nda bulunduğu ifade edilmektedir. Kur’ân’da yer alan kıssalar incelendiğinde geçmiş peygamberlerin gösterdikleri mûcizelerin tabiat kanunlarına Allah tarafından yapılan müdahalelerle gerçekleşmiş olduğu görülmektedir. Tabiat kanunlarının zorunlu ve değişmez olduğunu savunan İslâm filozoflarının tezine karşılık kelâmcılar, olaylar arasında sebep-sonuç ilişkisi fiilen bulunmakla birlikte bunun teoride veya ilâhî irade açısından zorunlu olmadığını, bu kanunları koyan Allah Teâlâ’nın kendi iradesiyle onları değiştirebileceğini söylemektedirler. Bu değişime hârikulâde denilmektedir. İslâmî literatürde tartışma konusu olan hârikulâdelikler mûcize, irhâs, keramet, maûnet, istidrac, ihanet, sihir, şa‘beze ve kehanet başlıkları halinde sıralanmaktadır. Bunlardan mûcize dışındakilerin olağanüstü oluşları tartışmalıdır.

Sosyal Kanunlar

Kur’ân’da tabiî kanunlar gibi sosyal kanunlara da vurgu yapılır. Fertlerin yaşaması için yeme, içme barınma gibi biyolojik ihtiyaçları karşılayan kurallar bulunduğu gibi toplumların yaşaması ve varlıklarını sürdürmesi için de sosyal kanunlar vardır. Bu kanunlara işaret eden âyetlere örnek olarak şunlar zikredilebilir:

“Bir kavim kendisinde olanı değiştirmedikçe Allah, o kavmin durumunu değiştirmez, ancak Allah bir kavme de kötülük istedi mi, artık onu geri çevirecek kimse yoktur” (Ra’d 13/11).

Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor!” (Nisâ 4/58).

“Bir memleketi helak etmek istediğimiz vakit onun ni´met ve refahdan şımarmış elebaşılarına emrederiz de orada (bu emre rağmen) itaatten çıkarlar. Artık o (memlekete) karşı söz (azâb) hak olmuştur. İşte biz onu artık kökünden mahv-ü helak etmişizdir.” (İsrâ 17/16-17).

Kur’ân-ı Kerîm’de toplumların dünyada hayatlarını devam ettirebilmeleri için uymaları gereken kurallara ilişkin daha başka örnekler de gösterilebilir. Bu amaçla Kur’ân geçmiş milletlerin yaşantısı ve peygamberlerin tevhid mücadelesi üzerinden ibret vermeyi çok önemsemiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de “Anlatılan kıssalarda anlayış sahibi insanlar için alınacak hisselerin bulunduğu”[8] tekrar edilmekte ve “Bu, senden önce gönderdiğimiz peygamberler hakkında da geçerli olan yasamızdır. Bizim yasamızda asla değişiklik bulmazsın.”  (İsrâ 17/77) buyurulmaktadır.

Mümin veya kafir ayırımı yapmaksızın bütün insanların uymak zorunda olduğu bu kurallar yanında Müslümanların kendi hayatlarını güzelleştirmeleri için uymak zorunda bulundukları kurallar bulunmaktadır. Bunlara da şer’î hükümler denilmiştir. Bunlar da Allah tarafından konulur.

Sünnetullahın İşleyiş Şekli: Tesirinin Hakiki Olup Olmadığı

Kâinattaki düzenin sünnetullah yoluyla sağlandığı müsellem olmakla beraber söz konusu kanunların etkisinin hakiki mi yoksa mecazî mi olduğu konusu İslâm düşünce tarihinde tartışılagelmiş bir konudur. İslâm filozofları bu kanunların tesirinin hakiki olduğunu, dolayısıyla sebepler hazır olunca sonuçların zaruri olarak vuku bulduğunu ve aksi durumun düzensizliğe ve kaosa neden olacağını savunmaktadırlar.[9] Zaman zaman bazı Mu’tezîlilerin de iştirak ettiği bu yaklaşım, evrenin kuruluş aşamasında olmasa da daha sonraki aşamalarında tanrıdan bağımsız olarak varlığını sürdürdüğü sonucuna götürmektedir. Bunun, Allah’ın irade ve kudret sıfatlarının taalluk alanlarını sınırlandırma ve kâinatın işleyişinin Allah’tan müstağni kılınmasına, dolayısıyla bir tür deizme neden olacağını dile getiren kelâm alimleri, bu yaklaşıma karşı çıkmışlardır. Liderliğini İmam Eş’arî’nin yaptığı bu görüşe göre tabiat kanunlarının etkisi hakiki değil, mecazîdir. Dolayısıyla sebeplerle sonuçları arasındaki ilişkinin zorunlu olmayıp mümkün (adet) olduğunu; su içme ile susuzluğun giderilmesi, yemek yeme ile doyma, ateş ile yanma arasındaki ilişkinin zorunlu olmadığını iddia ettiler. Söz konusu ilişkinin Allah Teala’nın ezelde art arda gelmelerini istediği için böyle olduğunu söylediler. Zira hakiki fail su, gıda ve ateş değil, Allah’tır. Sebepler ise zihni alışkanlıklarımızdan …

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
İlkeli Yönetim
Ramazan Kayan
Kudüs’te Bir Eşraf Ailesi: el-Hüseynîler...
Sezai Balcı
Gazze: Direniş ve Diriliş Mektebi...
Abdullah Yıldız
Zafer Vadedilen Kur’ân (Tufan) Nesli...
Recep Songül
Filistin Direnişi Bize Ne Anlatıyor?...
Aydın Ünal
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
"Filistin davası, Filistinlilerin ya da Arapların ...
Abdurrahman Arslan
“Dünyaların değiştiremediği insanlar ancak dünyala...
Muhammed Emin Yıldırım
“Müslümanın dünyayla ilişkisi tedbir ve temkin ili...
Kasım Küçükalp
... her nimetin bir külfeti var. Gülü seven dikeni...
Ali Osman Öncel
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
Türk Sinemasında Neden Hz. Muhammed (sas) Filmi Yo...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
Avrupa’nın Ortasında Var Edilen Güçlü Bir İnanç İk...
Mikail Çolak
İnsan Göç Eyler
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
Ensârî Bir Muhacir: Zekvân b. Abdükays...
Miraç Okutan
İki Hicret Sahibi: Ca’fer b. Ebû Tâlib...
Miraç Okutan
NEBEVİ VARİSLER
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Ca'fer b. Ebû Talib
Zeynep Simit
Süleyman b. Yesâr
Ruveyda Büyükkendirci
Ömer b. Abdülaziz
Kevser Özdağ
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x