Her alanın bir neden-sonuç ilişiği vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de Rabb’imiz ‘sünnetullah’ kavramını çokça kullanmıştır. İlâhî kanunlar diye çevirdiğimiz sünnetullah, beşer olarak hayatımızın her alanında karşımıza çıkmaktadır. Mutfakta yemeğin pişebilmesi ev sahibinin pişmesini istediği malzemeleri mutfağında pişirmesiyle mümkün olur. Yemek pişirebilmenin kanunu budur.
Tüzelden tümele gidecek olursak, herhangi bir şeyin var olabilmesi, varlık sebeplerini yerine getirmekle mümkün olabileceğini söyleyebiliriz. Öyleyse hiçbir şey kendiliğinden, öylesine, nedensiz ve sebepsiz oluşmaz. Nedenin etik olup olmaması, gerekliliği ya da ne kadar doğru olup olmadığını bir kenarda tutarak, nedensiz hiçbir şeyin ortaya çıkamayacağını tasdik ettiysek eğer, 7 Ekim’de meydana gelen olaylar üzerinden bir neden arayışına girebilir, bu nedenin çağımıza sunduğu mesaja odaklanabiliriz.
Aksa Tufanı saldırısı, İsrail’in istihbarat gücüne dair pek çoğumuzun zihnindeki imajı yıpratmaya neden oldu. Ortada yalnızca istihbarat sorununun değil, sınır güvenliği açısından stratejik hesap hataları olduğunu ve güvenlik zafiyeti yaşandığını tüm dünya görmüş oldu. Dolayısıyla 7 Ekim’de herkesi ikiye böleceğini düşündüğümüz bir süreç başladı. Bu sürecin iyisi ve kötüsü grileşmiş toplumun aksine oldukça belirginleşti. New York Times’ın “İsrail’in 11 Eylül’ü” şeklinde nitelendiği bu süreç, Filistinliler cenahında sevinç ve gurur, İsrail cenahında ise şaşkınlık, kızgınlık ve korku ile karşılanmıştı. İsrail’in aşırı sağ koalisyon hükümetinin, el-Aksa’da dahil olmak üzere, Yahudi yerleşimcilerin Filistinlilere yönelik göz yuman eylemlerine karşı tepkiye yol açmasından endişe ediyordu. İsrail Maliye Bakanı Smotrich’in Filistin diye bir halk olmadığına ilişkin beyanatları sonrasında meydana gelen Huwara pogromu gibi pek çok olay meydana geldi. İran’ın Ortadoğu’da dengelenmesi hedefinin Körfez ülkeleriyle İsrail’i yakınlaştırdığı, Suudi Arabistan-İsrail arasında normalleşme müzakerelerinin yürütüldüğü ve dolayısıyla Filistin meselesinin önemini giderek yitirdiği bir dönemin sonucu olarak Aksa Tufanı başladı. Bugünlerde Müslüman coğrafyalarının bu zulme karşı tepkisizliğinin altındaki nedeni anlamak geçmişle yüzleşmekle mümkün oluyor. Tam bu noktada sormamız gereken birkaç soru var. 7 Ekim’de yaşananlar bir ilk miydi, yoksa yeni bir boyut mu? 6 Ekim’de Filistinliler yataklarında rahatça uyuyup, sokaklarında emniyetle gezebiliyor muydu? Çocukların rahatça okuyabildiğini söyleyebilir miyiz? 7 Ekim’e uyandıkları zaman mı Filistinliler için zorlu süreç başladı? Bu sürecin nedenini ve çağımıza olan mesajını araştırırken, tarihe olan parçacı yaklaşımımız olaya bakış açımızın yanıltıcı bir etkeni olabilir. Bu yeni boyut, bütüncül bir bakışla yeni bir anlam kazanmalıdır. 7 Ekim çağımız insanına gündelik değil, bütüncül bakmayı bir kez daha hatırlatmış oldu.
An’ı anlamlandırabilmek için tarihi okuyabilmek insanın kendisi üzerinde düşündüğü anlamına gelir. Tarih ise azların zaferleriyle doludur. Bedir Savaşı azların galip geldiği bir savaştır. 1948 yılından itibaren Filistin coğrafyası tuğyan ile karşı karşıyaydı. İsrail-Filistin olayını 7 Ekim’den itibaren başlatmak öfkeleri Aksa Tufanı’na yöneltebilir. Filistin’in etrafı Müslüman coğrafyalarla bezeli olmasına rağmen yalnız bırakıldığının göz ardı edilmesi tepkilerin Hamas üzerine yağmasına neden olabileceği gibi…
Tufan, haddi aşanların yani tuğyana sarılanların uğrayacağı bir sondur. Bu sona muhatap olmamak biz insanların dillerinde, ellerinde ve kalplerindedir. Bunun ötesi bir Müslüman için helaka sebep olarak kabul edilir. Aksa Tufanı, Beytü’l Makdis’in adalet arayışının bir diğer yönüdür. İnsanlığa inanan, vicdanını kaybetmemiş her insana adalet çağrısıdır. Bu tufan, koşu yapmak için dışarı çıkan bir babanın İsrail askerleri tarafından öldürülmesinin karşılığında uygulanması gereken yaptırımın harekete geçirilmesidir belki de. Azların dirayetinin, çokların kuvvetini geçebileceğine, çok güvenli ve sağlam olarak görünenin boşluk ve zafiyetlerle dolu olabileceğine, tersin düze, siyahın içinde beyazın bulunduğuna şahit olduk. Tuğyan, tufanı doğurdu. Bu tufan ise vicdanı kaybolmuş, maddeye dalmış, suskun ve sadece bağıranları yakalayacak.