Menü
Temel Hazıroğlu
Temel Hazıroğlu
Yeni Dünyanın Temel Değerleri: Yedi Yasa
Mayıs 6, 2024
Yazarın Tüm Yazıları

Yeni ve Başka Bir Dünya İhtiyacı

Hakikatten ve ahlâktan hareketle yeni ve başka bir dünyanın gerekli ve mümkün olduğunu ısrarla ve inatla savunduk. Peki, bu nasıl ve hangi süreçlerle olacaktır? Bunun fikri ve entelektüel temelleri nelerdir? Yeni bir insanileşmenin, toplumsallaşmanın ve medenileşmenin zemini ve şartları nasıl oluşturulabilir? Sürekli barışı sağlayacak, dünyayı barış yurduna dönüştürecek ve insanları ebedi barış yurduna taşıyacak bir toplumsal sistem hangi temel yasalar üzerine ve nasıl inşa edilecektir?
İşte bütün bunlara cevap verecek bir çabanın içine girdik. Buraya kadar anlatılanların esas amacı bir anlamda yaşadığımız bu dünyadan varacağımız öbür dünyaya yolculuk yaparken birlik, eşitlik, kardeşlik, beraberlik ve sulh içinde “barış yurduna hareket” etmenin imkânlarını ortaya koymaktı. Zira bu dünyada bir barış yurdunu tesis etmeden ebedi barış yurduna varmamız mümkün görünmemektedir. İşte bu gerçekliğin ışığında barış yurduna hareket; sistematik düşünce ve eylem bütünlüğü içinde yaşayarak ve yürüyerek yolculuk yaparken aynı zamanda tevhidin gereği bir takım temel yasaları zorunlu kılmaktadır. İnsana, değerine, birlikte yaşamaya, mülke ve insanlığın geleceğine dair bütünlük ve süreklilik içeren bir düşünce ve eylem sistematiği kurmadan bunu yapamayız. Ancak böylece barışın ve birlikte yaşamanın yolunu hep beraber bulmuş oluruz.
İnsanlığın ve dünyanın içinde bulunduğu şartlar bir çağ değişimi arifesinde olduğumuzu gösteriyor. İnsanlığın yeni bir dirilişe ve yeni bir sıçrayışa kısaca yeni bir arınış ve yücelişe ihtiyacı var. Ve bu yüceliş de ancak ahlâkî temelde oluşturulan hukuk ilkeleri ve iktisadi tekliflerle hayat bulabilir. Bu noktada aydınlar, akademisyenler ve sanatkârlar özellikle iktidarların ve sermayedarların dışında kalarak fikirler üretmek durumundadırlar. Belki o zaman yeni fikir üretilemediğinden eskilere sarılıp onların ancak çare olacağını düşünen insanlara ve kendine yabancılaşıp başkası olmaya çalışanlara umut verilebilir ve tüm dünyada yaşanan düşünce ve fikir kısırlığı aşılabilir. Bu anlamda dünya, değişmekte olan çağın düşünce altyapısını üretecek entelektüelleri bekliyor.

Dünyanın En Değerli Varlığı İnsan ve Ahlâkîlik

Bu dünyada en değerli varlık insan olduğuna ve Allah, dünyayı tüm insanlar için yaratıp onlara armağan ettiğine göre herkes bu nimetlerden eşit olarak faydalanmalıdır. O yüzden de yaratılan bütün bu nimetlerde herkesin hakkını kullanması sağlanmalı ve buna engel olanlar süratle bertaraf edilmelidir. Bu itibarla küresel oligarşinin, devletlerin, toplumların ya da şahısların özel çıkarlarının toplumsal düzeni bozmasına müsaade edilmemeli, insan hak ve emeğinin karşılığı mutlaka teminat altına alınmalıdır. İşte tam da bunun için ebedi hayata yönelecek ve dünyada barış ve esenlik yurdunu kuracak, ilk adım olarak bütün bunları sağlayacak bir hukuk ve ondan neşet eden bir tür Tanrı buyruğu olarak addedilen temel yasalar vazetmemiz gerekir. İnsanı, hukuku ve hududullahı ancak böyle koruyabilir, yaşamı hayata ancak böyle bağlayabiliriz. Velhasıl insana, onun en genel vasfına, birlikte yaşamaya, yani topluma, iktisada, aileye ve yeniden ihyaya dair temel yasalara ihtiyaç var. Dünyayı yeniden kuracak ve namus addedilecek genel ilkelere ihtiyaç var.
Bu çerçevede önce insan ve değerini, sonra ahlâk değerini teminat altına alacak ve insanın diğer insanlarla ilişkisinin zemini olacak birlik, eşitlik ve ileri cumhuriyet ortaya konmalı ve bunlar yasalaştırılmalıdır. Ardından insanın temel hak ve özgürlüklerini güvenceye alıp yeterli yaşama seviyesini koruyan, insanın emeğinin karşılığını tam olarak gözeten ve nihayetinde toplumun ve insanlığın nüvesi olan aile ve kadını güçlendiren yasalar ilan edilmelidir. Ve nihayetinde bütün bu yasaların uygulanmasını sağlayan ve devre dışı kalmaları durumunda ise bunları insanca ve hakça bir mücadele ile yeniden ihya edecek koruyucu yasaya ihtiyaç var. Ancak böylece mevcut bozulma, yabancılaşma ve ifsat aşılabilir, yeni bir çığır açılabilir, yeni bir çağa geçilebilir.
Büyük anlatıların, beyanların ve çağrıların mutlaka insana, topluma, eşyaya, dünyaya ve geleceğe ilişkin sistematik bütünlük içinde bir yaklaşımının, insanlığa yön veren bir tezinin, siyasi ve ekonomik iddiasının ve herkesi bağlayıcı genel yasalarının olması gerekir. İşte “Barış Yurduna Hareket” adlı bu inkılapçı manifesto, “tevhidi eksende insan hür ve bağımsızdır, birlik eşitlik esastır ve dünya emanettir,” doğrultusunda bütün bunları kapsayan, mevcut felsefi, hukuki, siyasi ve iktisadi anlayışları düzenleyen ve nihayetinde ilahi kökenleri olan temel yasalar vazetmektedir.
Haktan kaynaklanan bu “toplumcu, ekonomi politik yasalar” insan olmanın ve medenileşmenin asgari ölçütüdür. Hakkın doğal, evrensel ve kuşatıcı niteliğinden doğan bu temel yasalarının uygulamaya geçmesi kendi dinamikliğinin tabii bir sonucuyla oluşur ve kimsenin iznine tabi olmaz. Onları durdurmaya çalışmak gelişini hızlandırmaktır.
Temel yasalar, doğal/fıtri ahlâk yasasının en tabii ve en genel sonucudur. Bütün akıl sahiplerinin anlayabileceği gibi “iyi olan bir isteme,” “iyi niyet” sonucu doğan bu yasalar tüm insanlığın lehine olan ileri devrimci yasalardır. Bu yasalar, yaşatamayan yaşayamaz ilkesince, olabilecek bütün yasaların ruhu olup insanlığın birliği, bütünlüğü ve geleceği için, ebedi sulh için yegâne umut ve teminat yasalarıdır. İnsanlığın ve dünyanın içinde bulunduğu şartlardan sıyrılıp “yeni ve başka bir dünya” kurulması için, yeni bir “insanlık sıçraması” yapılması için gerekli olan ve çıkabilecek bütün kanunların/nizamların ve kurulabilecek bütün sistemlerin özünü, ruhunu ve dayanak noktasını oluşturan hayata giriş yasalarıdır.

Yeni Bir Kurtuluş Paradigması

Tarihi ve sosyolojik dinamikler insanlığın kendi değerleri üzerinden yeni bir “kurtuluş paradigması” oluşturması gerektiği konusunda açık işaretler vermektedir. Bu paradigmanın da bugün için yüceliş felsefesi ile katılım felsefesi üzerinden gelişen “katılım sosyolojisi,” “katılım siyaseti” ile “katılım ekonomisi” anlayışı ile neşet edebileceği açıktır. İnsanlığın ihtiyaç duyduğu “katılım ve ortaklık temelli bir dünya” kendisini göstermeye başlamıştır.
Bu temel paradigmanın çerçevesi bugün için şudur: Muhakkak ki gökyüzünde, yeryüzünde ve hemen her yerde insanlar için ayetler ve göstergeler vardır. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ın bir armağanı olarak insanların emrine amade (musahhar) kılınmıştır. Bu emrine amade kılmada, şüphesiz ki düşünen insanlar ve toplumlar için büyük işaretler vardır. Bu gerçekliği kavrayan her kim iyi bir iş yaparsa kendi lehine, her kim de kötülük yaparsa kendi aleyhine yapmış olur. Kaldı ki sonuçta herkes Rabbine döndürülecektir. Bütün bunlar göklerin, yerin ve onlardaki tüm nimetlerinin insanlığın ortaklığında olduğunun bir işaretidir. “İnsanlar ve toplumlar kendilerini arındırıp geliştirerek ve sürece katılarak arzdaki bu ortaklık haklarını kullanmalı, ebedi barış yurduna doğru yol almalıdırlar.”
İnsanlığın bir ve bütün olarak yaşamasını önceleyen, “yeryüzü/dünya ortaklığı” olgusu üzerine bina edilen ve onun olağan bir sonucu olarak toplumsallaşan temel yasaları ortaya koymadan bugüne kadar gelen ve bütün acımasızlığıyla devam eden iktidarların ve mülkiyet anlayışlarının bir amaca dönüşüp insanlara bir zulüm hâlini almasını önlemenin başka yolu yoktur. Temel toplumsal yasaların esas hedefi ayırımsız bütün insanların değerinin, hür ve bağımsızlığının korunması, birlik ve eşitliğinin sağlanması, yeryüzünün imar ve ıslah edilmesi olduğuna göre tam da bu yüzden dünyadaki bütün iktidarların bu temel yasaları uygulamaları zorunlu ve elzem bir şarttır; aksi insanlık suçudur, yıkılışı ve cezayı gerektirir.
Bu temel yasaların yeryüzünün her yerinde ayırımsız olarak uygulanması ve takip edilmesi için hakkaniyete uygun yeni bir Birleşmiş Milletler (BM) kurulmalı ve genel kurulu ülke nüfuslarına göre daha adil ve eşit olarak yeniden yapılandırılmalıdır (Örneğin genel kurul; ülke nüfusu %0,1’in altında olanlar oy hakkı olmayan bir gözlemci, %0,1’den %1’e kadar olanlar bir oy hakkı olan bir temsilci, %1’den büyük olanlar ise yüzde oranları kadar oy hakkı olan birer temsilciden oluşabilir). BM, söz konusu bu temel yasaların yeryüzünde yaşayan herkesi kuşatacak bir şekilde hayata geçmesi için gerekli olan düzenleme ve denetleme kurumları oluşturmalıdır.
Kadim öğretiye göre her insan beş temel hak olan “can, din, akıl, nesil ve mal hakkı” ile yaşamak durumundadır. Zaten dinin ana maksadı bu temel hakları teminat altına almak ve insanlığa ebediyetin yolunu göstermektir. O yüzden yukarıda ortaya koyduğumuz insan ve toplum tasarımı ile esenlik yurdu çerçevesi daha somut bir eylem çağrısını gerekli kılıyor. İşte bu somut çağrı bugüne ve bugünün insanına dokunacak bir “büyük insaniyet devrimi” için yol açıcı temel yasalara ihtiyaç duyar; insan değer yasası, ahlâk değer yasası, birlik eşitlik yasası, dünya ortaklığı yasası, emek ortaklığı yasası, aileyi güçlendirme yasası ve yeniden ihya yasası. Toplumsallaşmanın ve medenileşmenin en büyük ölçütü olan ve dünyanın her yerinde geçerli olacak ve devletin temellerini oluşturacak olan bu evrensel genel geçer temel yasaların açıkça duyurulması ve hayata geçmesi insanlığın önündeki acil görevdir. Bunun için harekete geçmenin tam vaktidir. Hemen şimdi yol almalıyız.

Nereden Başlayacağız?

Peki nereden başlayacağız? Kendimizden ve bulunduğumuz yerden başlayacağız. Üstelik Türkiye bazı nitelikleri ile dünyanın merkezi konumunda olarak bütün temel yasaların uygulanmaya başlamasında, bir örneklik oluşturmasında önemli bir yere sahiptir. Jeopolitik, sosyo-ekonomik, ekonomi politik özellikleri, pek çok medeniyetin yaşandığı ve insanlığın yeniden mayalandığı bir ülke olması açısından bu devrimci temel yasaların hayata geçmesine öncülük etmesi ona yakışan bir haslet olur.
Aşağıda sıraladığımız temel yasalar hukukî olmaktan önce ve ziyade ahlâkî yasalardır. Bu “ahlâkîlik” sonucu, söz konusu yasalar toplumların her türlü hukuki, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel işleyişinde hayat bulmalı ve ete kemiğe bürünmelidir. Bu temel yasalar birine karşı ya da birinden yana olmak anlamında değil hakikatten hareketle bizatihi insandan ve haklarından yana olmaktan kaynaklanan “doğa ahlâkı yasaları” hatta toplumsal “doğa yasaları” hükmündedir. O yüzden de her insan sırf insan olması nedeniyle bu temel yasalardan, kendiliğinden eşit haklara sahip olarak istifade etmeli, herkes buna katkı sağlamalıdır. Bu yasalara uymayanlar utanç duymalı ve insanlıktan istifa etmelidirler.
“Bir zaman Allah, kendilerine kitap verilenlerden, onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz, diye söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler ve onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları bu alışveriş ne kadar kötüdür.” (Âl-i İmrân, 3/187). “Bu böyledir, bir topluluk kendisini değiştirmedikçe, Allah onlara verdiği nimeti değiştirmeyecektir. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.” (Enfâl, 8/53).
Yedi Yasa; Yeni Çağ ve Meşruiyet Kaynağı
Evrensel, genel geçer temel yasalar olarak vazettiğimiz, insanca ve hakça bir düzenin yegâne kaynağı ve eşiğinde bulunduğumuz yeni çağın ve yeni dünyanın meşruiyet dayanağı olan “yedi yasa”, başka bir deyişle yedi namus, “yedi nomos” şunlardır:

1. İnsan Değer Yasası
Özünde bir değer olan insan nihayetinde tektir, âdemdir, bir diğerine eşittir. Bu değer ve âdem olma hâli ve eşitlik durumu her halükârda titizlikle korunup beslenmelidir. Bu korunup beslenme hep birlikte olacak ve hep beraberce yapılacak bir eyleyiştir. Hiçbir insan kendisini bu görevden azade tutamaz, tutmamalıdır. İnsana değer vermek, onun yaratılış üzere yaşamasını temin etmekle ve doğuştan kazandığı temel hak ve özgürlükleri gözetmekle mümkün olabilir. Bu hakların dayanağı; temel ihtiyaçlarının giderilmesini temin edecek ve dünya imtihanını/yolculuğunu hakkaniyetle geçireceği bir vasatın oluşturulmasıdır. Bu noktada “yeterli yaşama standardı” oluşturmak ve bunu eşitlik üzerinden toplumsallaştırmak acil ve elzem bir tutumdur. İnsanın en temel ihtiyaçlarının giderilmesi sadece onun sorunu değil aynı zamanda tüm insanlığın problemidir. O yüzden insan, temel varlık ve değerleri ile insanlık adına mutlaka savunulmalı ve hak ettiği konumda olması için mücadele edilmelidir.
Yol; eşitlik yoludur, devrim; insaniyet devrimidir. İnsanların eşitliği ile insanın onur ve haysiyetinin korunması en temel ilkedir. İnsanın onur ve haysiyeti dokunulmaz olup yeryüzündeki tüm devlet erkleri ona saygı göstermek ve onu korumakla yükümlüdürler. Bütün insanlık, bu nedenle dokunulmaz ve devredilmez insan haklarını, yeryüzünde her insan topluluğunun, barışın ve adaletin temeli kabul eder. O yüzden de aşağıda belirlenen temel haklar; yasama, yürütme ve yargı organlarını doğrudan doğruya bağlar. Herkes başkalarının haklarını ihlal etmemek, anayasal düzene veya ahlâk kurallarına aykırı düşmemek koşuluyla, kişiliğini serbestçe geliştirme hakkına sahiptir. Her insan, yaşam ve beden bütünlüğünü koruyacak bir nizamı somut olarak hak eder. Düşünce özgürlüğünün çok daha ötesinde aklı korumayı da kapsayan beş temel hakla donatılan kişinin; özgürlüğüne ve inancı doğrultusunda hareket serbestliğine dokunulamaz. Bu haklar, ancak bir yasaya dayanılarak sınırlandırılabilir. Bütün insanlar yasa önünde eşittir ve ayırım yasaktır; ihlali suçtur. Erkek ve kadınlar eşit haklara sahiptirler. Devlet; kadın ve erkeklerin eşitliğinin gerçekten sağlanmasını özendirir ve var olan dezavantajların giderilmesi için çaba gösterir. Cinsiyeti, soyu, ırkı, dili, yurdu ve kökeni, inancı, dini veya siyasi görüşleri dolayısıyla hiç kimse mağdur edilemez ve hiç kimseye imtiyaz tanınamaz. Hiç kimse özür ve sakatlığından dolayı haksızlığa uğratılamaz.
“Yeterli yaşama standardı:” Her insan onur ve haysiyetini koruyacak ve doğasına uygun bir şekilde yaşayacak temel hak ve özgürlüklere sahiptir. Hiçbir ayırım yapmaksızın herkes için temel ihtiyaçlar (havâic-i asliye) sağlanmalıdır. Bu meyanda kendisinin ve ailesinin her tür maddi ve manevi ihtiyaçlarının insani bir seviyede somut olarak karşılanması esastır. Bu hak ayırımsız ve mazeretsiz olarak eşit bir şekilde bütün insanlar için hayata geçirilmelidir. Bu hakka kavuşamayan bir kimsenin olması dahi diğerlerini insanlıktan çıkarır. Bu bilinçle bakınca, insanlığın ve toplumun ilk görevi, özgür iradesiyle hayatını sürdürecek maddi ve manevi hak ve yetkinliklerle donatılması gereken insana bu vasatı hazırlamaktır. İnsana, niteliklerine uygun iş bulunması ve kendi emeğiyle, kendi çalışmasıyla kendisini ve ailesini geçindirmesini temin edecek ortamın oluşturulması, emeğinin gözetilmesi ve karşılığının geciktirilmeden hakkaniyetle ödenmesi insanlığın en temel görevlerindendir.

2. Ahlâk Değer Yasası
Bir insanı insan yapan en büyük değer ahlâktır. Ona değerini ve gücünü ahlâk verir. Ahlâktan hareketle hayatı tanzim etmek ve yaşamak insanın en temel misyonudur. Ahlâk, nefsi de dâhil her türlü bağımlılıklara ve ilahlık taslamalara karşı insanı özgür, mutlu ve kutlu kılar. İnsanın değeri doğasından, bu değeri koruması da ahlâkından gelir. İnsan, ahlâkî değerlerle hareket ettiği ölçüde insanlıktan nasiplenir, aksi durumda insanlığından soyutlanır, kendisine ve doğasına yabancılaşır. İnsan ahlâktan, ahlâk da insandan soyutlanamaz. Velhasıl insan ahlâktan ibarettir.
Ahlâk değer yasası, insanı gerçek anlamda kendisi olarak hür ve bağımsız kılarken aynı zamanda yekpare bir bütün olan insanı kendi doğasına ve hakikate bağlayarak güç ve asalet sahibi yapar ve aynı zamanda onu kendi tabii sınırlarına yani hududullah dairesine çeker. Böylelikle insan hem kendi kısıtlarının ve acizliğinin farkına varır hem de dünyanın gelip geçiciliğini ve boşluğunu görür. İnsanın ulviliğinin, kendi acizliğini bilmesinden geçtiğini kavrar. İnançsız insanın gerçek iyiyi ve adaleti bilemeyeceğini anlar. Hakikatin sadece akıl sayesinde değil kalp sayesinde de bilinebileceğini fark eder. Kuvvetsiz hakkın aciz, haksız kuvvetin ise zorbalık olduğunu görür ve kuvvetin hakka boyun eğmesini sağlamak için çalışır. Adalet; kuvvetli ve hâkim kılınmadıkça kuvvetin haklı ve adaletli görünmeye çalışacağını, bir hukuka tabi olmaksızın hükmetme arzusunun içinde zorbalığı barındırdığını bilir. Haddi aşmanın insanı ve çevresini nerelere sürükleyebileceğini anlar. Sınırlarını aşan insanın nefsini ilah edinmesinin, ilahlık taslamasının ne kadar saçma bir şey olduğunu ve böyle bir insanın nasıl gülünç bir kahramana dönüştüğünü görür. İnsan ruhunun gerçek niteliklerinin bilgelik, yiğitlik ve iffet olduğunu fark edip ölçülülüğün ve adaletin bu kavgadan çıkacağını bilir. Böylelikle vicdanen ve ahlâken yapılması gerekenleri cesaretle yapma kahramanlığını gösterir. Bu suretle insanın arınarak olgunlaşmasının önü açılmış, külli (bütünlüklü, evrensel ve arınmış) insanın oluşumunun zemini kurulmuş olur.

3. Birlik Eşitlik Yasası
Tevhid; Tanrı’nın birliğini ve tekliğini açımlarken aynı zamanda vahdeti gerekli ve zorunlu kılar. O da yeryüzünde insanların birliğini işaretler. Bunun bugün için anlamı doğrudan doğruya “birlik eşitlik”, daha da açık ve seçik söyleyecek olursak barış yurduna götüren “eşitlik yolu” demektir. Bunun karşıtı eşitsizlik ve azgınlıktır. İşte o yüzden birlik, tevhide varma potansiyeline sahip, ilahi istikametten şaşmayan bir birliktir. Başka bir deyişle birlik için eşitlik şarttır, elzemdir. İnsanların eşitliği birliği besler, tahkim eder ve güçlendirir. Sonsuzluğa doğru yol alan bir hareketin hayatı, çeşitliliği ve farklılığı birlik için elzem görmesi, insanda, toplumda ve insanlıkta birliği ve eşitliği sağlamasıyla mümkündür.
Birlik, bütün farklılıkları koruyarak eşitlik içinde beraberce yaşamakla mümkündür. Birlikte yaşamanın ilk adımı ahlâktan hareketle hukuk oluşturmaktır. Hukukun nihai amacı ahlâkî temelde adaleti tesis etmektir. Adaletin nihai amacı kardeşliği ve onu koruyacak eşitliği sağlamaktır. Eşitliğin nihai amacı insanların birliğini yani vahdeti gerçekleştirmektir. Vahdetin nihai amacı da hayatı tüm boyutları kuşatacak tevhidi açığa çıkarmaktır. İşte böylece yukarıdan aşağıya doğru oluşan ve tevhid-vahdet-birlik-eşitlik-kardeşlik-adalet-hukuk-ahlâk-insan silsilesi tekrar ve yeniden aşağıdan yukarıya doğru gelişen insan-ahlâk-hukuk-adalet-kardeşlik-eşitlik-birlik-vahdet-tevhid ekseninde hayat bulmuş olur. Bu hayat döngüsünün eksik halkası ve kayıp hazinesi bugün için eşitliktir. İşte bu halka olmadığı için hiçbir şey yerli yerine oturmuyor, insanlık durulmuyor. O yüzden birlik için vahdet için tevhid için eşitlik olgusu ne kadar tartışılıp geliştirilir ve derinliğine kavranırsa yeridir.
“İleri cumhuriyet ilkesi:” Birlik eşitlik ekseninde halkın iradesinin seçimle yönetime yansıtıldığı, çoğunluğun yani cumhurun görüşünün iktidarı belirlediği, temel insan hak ve hürriyetlerin teminat altına alındığı, az olanların haklarının korunduğu, iktidarın belirli dönemlerle sınırlı ve hukukla bağlı olduğu, iktidar değişiminin seçimle olduğu ve iktidarın meşruiyetini buradan aldığı, adaletin/hakkaniyetin ve eşitliğin esas alındığı bir yönetim biçimi istisnasız bütün toplumlar için temel ilkedir. İşte seçilmiş meşru iktidar düşüncesinin esas görüldüğü, iktidarın bir mülk değil emanet olduğu ve serbest seçimle değiştiği, ilkelerin ve hukukun baskın olduğu, hiçbir ayırım yapmadan bütün insanların yaşamlarını garanti altına alan bir tür özgürlükçü laikliğin bulunduğu, içeriden eleştiri kültürünün baskın olduğu, lidercilik ve kutsal devlet anlayışı yerine hukukun, sistemin ve kurumsallaşmanın toplumsallaştığı, şûranın ve katılımın esas alındığı idare şekli cumhuriyettir. Bunun derinleşerek geliştirilmesi, bütün insanları ve toplumları kuşatarak hakkaniyetle barış yurduna taşıması ileri cumhuriyettir, şûra cumhuriyetidir.

4. Dünya Ortaklığı Yasası
Yeryüzünde yaşayan herkesin, aslında Allah’a ait olan ve O’nun bütün insanlara armağan ettiği göklerde, yerde, ikisinin arasında ve toprağın altında olanlarda hakkı vardır ve bu hak derhâl sahibine verilmelidir. Doğa kâr payı yasası da denilebilecek işte bu hak, genel toprağın bir tür gelire göre kiralanmasından doğan “kira hakkı” olup ödenmesi gelire ve ihtiyaç durumuna bağlanmıştır. Başka bir deyişle doğa kâr payı bir açıdan insanın dünyadaki doğuştan var olan ortaklık hissesinin gelire orantılı hakkaniyetli kirası olup ihtiyacı olanların aldığı, ihtiyacı olmayanların ise ihtiyaç sahiplerine bağışladığı “doğa ortaklığı kira bedeli”dir. Bu hak bir tür yeterli yaşama seviyesi üzerinde olan kişi ve kuruluşların dünyada üretilen mal ve hizmetlerden elde ettikleri net gelirlerinin asgari bir oranını yeterli ve insani yaşama seviyesi yani “insani yaşama standardı” altında kalanlara, yoksullara/muhtaçlara doğaya ortaklıklarının tabii bir sonucu olarak vermekle mükellef oldukları dünya ortaklığı gelir payıdır. Bu doğa kâr payı herhangi bir ücret ya da yardım değil onun üstünde ve ötesinde, bir taraf için doğrudan bir borç iken diğer taraf için de bizatihi doğrudan bir alacaktır, bir haktır.
Dünya ortaklığı yasasının emrettiği “dünya ortaklık hissesi kira oranı” insanlığın ve dünyanın içinde bulunduğu şartlara göre belirlenmeli ve ihtiyaca göre yeniden güncellenmelidir. Dünyadaki yaşama standartları seviyesi ülkelerin içinde bulunduğu şartlar, satın alma gücü, hakkaniyetli ortak para birimi (altın vb.) faktörler ışığında belirlenmelidir. Bu temel yasa demokratik ve etkin bir kamuculuk anlayışıyla hiçbir ayırım yapılmaksızın yeryüzündeki tüm insanları ve toplumları kapsayacak şekilde adil ve eşit bir biçimde uygulanmalı ve denetlenmelidir. Sonuçlarından tüm yönetimler ve insanlık sorumludur.
“Tabiatı ve toprağı koruma ilkesi:” Yeryüzüne ortak olan insanların hak ve hukuklarını teminat altına alan dünya ortaklığı yasasının mütemmim bir cüzüdür. Bu ilke, yaşamın sürekliliğini sağlamak ve insanoğlunun geleceğini garanti altına almak için içinde yaşanılan tabiatı ve toprağı kendi nitelikleri ile teminat altına alan bir ilkedir. Bu dünyada yaşayan herkes tabiatı ve toprağı büyük bir titizlikle korumalı, ondan hangi boyutuyla istifade ederse etsin onu aslına uygun olarak bırakmalıdır. Bu meyanda ondan kâr elde ederek yararlananlar da bunun bedelini hak sahiplerine verirken aynı zamanda bu dünyada bir kiracı olduğunu unutmadan işini yapmalı ve gerekli tedbirleri almalıdırlar. Tabiat ve toprağa; istilacı, yok edici ve sahip olmak için her değeri kaybedecek kadar gözü dönmüş bir şekilde değil istifade edilip geri verilecek bir emanet gözüyle bakmalı ve aldığı gibi hatta daha da güzelleştirerek teslim etmesini sağlamalıdır. Diğer bir deyişle bu ilke; “dünyada olan herkes kendisini bir misafir görmeli, bir emanet bilinciyle yaşamalı, kendi yuvasında yaşıyor gibi tutum ve davranış geliştirmelidir,” der.

5. Emek Ortaklığı Yasası
İnsanlar; çalıştıkları, emek verdikleri yerin kâr ortağıdırlar. Her işletmede çalışanlar/emekçiler, orada üretilen hasılaya ortak olup ondan ve süreçlerden asli olarak sorumludurlar. Dolayısıyla ürettiklerinde hak sahibidirler. Emek ortaklığı yasasına göre ilk etapta öngörülen işin niteliği baz alınarak çalışanlar alın teri haklarını almalı ve ardından da oluşan net kâr, daha önce kararlaştırılan oranda paylaşılmalıdır. Ancak burada altı hususa dikkat edilmelidir: Birinci husus, bir işletmede çalışan emek sahipleri alın teri hakkı olarak ücret gelirlerini almalıdır. İkinci husus, sermaye sahibinin bizatihi çalışarak ortaya koyduğu alın teri hakkı varsa o da bunun karşılığı olan ücret gelirini almalıdır. Üçüncü husus, faaliyet sonucunda elden edilen net kârdan dünya ortaklığı hisse payı tutarı ayrılıp yeryüzündeki tüm yoksullara/muhtaçlara verilmelidir. Dördüncü husus, nihayetinde kalan net kâr, eğer bütün çalışanların ücret gelirlerinin toplamına eşit ya da altı ise baştan belli bir oranla üstü ise daha yüksek bir oranla emek sahipleri ile sermaye sahibi arasında kâr ortaklığı geliri olarak paylaşılmalıdır. Beşinci husus, eğer bu aşamada kâr değil de zarar oluşmuş ise sermaye sahibi bu zararı üstlenmeli ve emek sahipleri de aldıkları ücret gelirleri ile yetinmelidir. Altıncı husus ise her işletmede emek sahiplerinin seçtiği bir temsilci yönetimde muhakkak olmalı ve alınan kararlara ve yapılan bütün işlere çalışanlar adına müdahil olup nezaret etmelidir.
Emek ortaklığı yasası ilk anda ağır gelebilir. Ancak bunun insanlığın büyük barışı için elzem olduğu açıktır. O yüzden bu yasa her ülkenin, toplumun ve iş yerinin durumuna göre nihayetinde yasayı tümüyle uygulayabilecek noktaya taşımak üzere aşamalı bir plan ile muhakkak hayata geçmelidir. Başlangıç olarak bu yasa özellikle işletmelerde ve kurumsal şirketlerde titizlikle uygulanmalı ve denetlenmelidir. Bu işletmelerde emek sahiplerinin yönetime seçtiği temsilci bütün faaliyetleri ve alınan kararları emek sahipleri adına yakından izlemelidir. Böylece birlikte yönetme, ortak risk üstlenme anlayışı ile hem şeffaflık sağlanmış olacak hem de güçlü bir iletişimle şirketin amaçları tüm çalışanlarca paylaşılmış olacaktır. Her ülkenin ve ekonomisinin içinde bulunduğu koşullara ve yaşanan gelişmelere göre bu emek ortaklığı yasası öncelikle emek sahibinin hakkını korumak kaydıyla yeniden düzenlenebilir. Bu temel yasa, ilk etapta bir yıl ve üzeri çalışanlar ile süresiz çalışanlar için devreye alınabilir, bazı özel nitelikli işlerde ise sonraya bırakılabilir (günlük, mevsimlik ve geçici çalışanlar ile küçük esnaf ve farklı nitelikteki işler vb.). Fakat bütün bu düzenlemeler ve uygulamalar demokratik ve etkin bir kamucu politikalarla desteklenmelidir.

6. Aileyi Güçlendirme Yasası
Kadın; çalıştığı, emek verdiği ailenin ana ortağıdır. Her evde çalışan/emekçi kadın, orada üretilen ve oraya gelen hasılaya ortaktır. Dolayısıyla bu hak yerini bulmalıdır. Buna göre, ilk etapta öngörülen ev işlerinin niteliği baz alınarak kadınların hak ettiklerinin gerçek karşılığı alın teri kurumadan verilmelidir. Aile kurulurken ve devam ederken kadın bu hakkını iki kademede almalıdır: Birincisi daha evlenirken bunun bir karşılığı olarak özgür irade ile isteyip razı olduğu ve erkeğin verdiği “evlenme güvence bedeli” (mehir), ikincisi ise evde ve/veya dışarda çalışırken hak edip aldığı “emeğin ücreti”. Özellikle ev kadını için çalışan erkeğin gelirinin belli bir oranı ve devletin buna ilave ettiği “teşvik payı” ile birlikte oluşan tutar doğrudan ev kadınının hesabına yatırılmalıdır. Kadın isterse anasının ak sütü, el emeği göz nuru ve adaletin bir gereği olarak aldığı bu payı eşi ile paylaşabilir. Yine kadının çalıştığı durumlarda adalet ve hakkaniyetin sağlanması ve aile bütünlüğünün korunması açısından hem kadının hem de erkeğin hakları aynı hassasiyetle korunmalıdır. Aileyi güçlendirme yasasının emrettiği haklar ailelerin ve toplumların içinde bulunduğu şartlara göre belirlenip düzenlenir.
Bu temel yasanın bir gereği olarak dışarıda çalışan kadının iş koşulları yeniden yapılandırılıp kolaylaştırılmalıdır. Dışarda çalışan kadın, her ne kadar iş bölümü yapılırsa yapılsın ev, çocuk vb. ilave yükler de taşıdığı için maddi manevi kaybı olmadan daha az çalışma saati ve evden çalışma sistemi gibi bazı imkânlarla desteklenmelidir.
Tabii ki burada yeni bir anlayış devreye sokulurken çok maddeci, alışveriş kokan, aşırı bireysel, aile birlikteliğini şirkete dönüştürecek bir atmosfer oluşmasına imkân verilmemelidir. Başka bir deyişle salih insanlardan müteşekkil bir aile içerisinde para konusunda bireysel bir yaklaşım olmayacak, senim benim kavgası olmayacak, ihtiyaçlar objektif olarak karşılanıyor olacak şekilde manevi boyutu da kuvvetlenmiş bir birliktelik ve beraberlik zemin kurulmalıdır. Bir yuvayı sarıp sarmalayan iç dinamiklerin her halükârda taze ve diri tutulmasına devam edilmelidir. Bireysel değil ailesel yaklaşımların esas alındığı tutum ve davranışlarla yuva beslenip korunmalıdır. Kadının erkeğe patron gibi erkeğin da kadına hizmetli gibi yaklaşmasına fırsat vermeden aile sıcaklığı içinde rahmete vesile olacak küçük ya da büyük yardımlaşmalarla yol alınmalıdır.

7. Yeniden İhya Yasası
İnsan değer, ahlâk değer, birlik eşitlik, dünya ortaklığı, emek ortaklığı ve aileyi güçlendirme yasalarından herhangi biri dahi ihlal edilirse ahlâkî temelde isyan etmek, kaybolan adaleti tekrar ortaya çıkarmak ve tesis etmek için mücadele etmek sadece ondan etkilenenlerin değil tüm herkesin görev ve sorumluluğudur. Zira insanın eşref-i mahlukat olması onu sadece şerefli yapmaz aynı zamanda ahlâkî sınırlar içinde büyük bir sorumlulukla da baş başa bırakır. O yüzden dünyanın her yerindeki insanlar ve toplumlar harekete geçmeli mağdur edilenler için yoksullar için mazlumlar için savaşım vermelidirler. Bu noktada evrensel mücadele ilkesi “birimiz hepimiz ve hepimiz birimiz içindir,” mücadele zemini “tüm yeryüzü coğrafyasıdır” ve mücadele şekli de “ihsan” iledir yani en güzeli en güzel tarzda ve merhametlice yapmaktır.
Temel yasaların çiğnendiği, mizanda haddin aşıldığı, tartının doğru yapılmadığı, ölçünün eksik olduğu, adalet ve eşitliğin kalktığı, kul hakkının yendiği, toplumsallaşmanın ve medenileşmenin yolunun kapandığı bir dünyada yeniden ihya yasasını harekete geçirmek insanca ve hakça bir sorumluluk ve hatta kendiliğinden bir ödevdir. Ancak bu yeniden inşa mücadelesi şiddete ve teröre bulaşmadan, insanları bölüp parçalamadan, titizlikle ve her ne olursa olsun adaletten ayrılmadan, mağfiret yüklü, en medeni ve insanca şekliyle yapılmalıdır. Tabii ki doğal hak ve adalet için yapılan bu onurlu direniş mücadelesi yılmadan, usanmadan, ısrarla ve sabırla sürdürülmelidir. Bu arada birilerinin icadı olarak piyasaya sunulan ve moral bozup umutsuzluk yayan ve çoğu zaman egemenlerin işine yarayan komplocu görüşlerden etkilenmeden hareket edilmelidir. Çünkü bu komplocu görüşlerin hiçbir anlamı ve ciddiyeti olmadığı gibi harekete zarar verme riski de söz konusudur. Üstelik yasalar doğru ve açık olarak ortada olduğu gibi inançla, azimle mücadelenin sonuçları da tarihin meydanındadır. O yüzden umudu taze ve diri tutarak küçük ve azgın azınlıkların temel yasaları çiğnemelerine, baskı ve zulümlerine sessiz kalmadan sabırla direnmeli ve tuzaklara düşmeden “yeniden devrim, yeniden ve tekraren barış” incelikle başarılmalıdır.
Yeniden ihya yasası; hakikatten ve ahlâktan hareketle yeni ve başka bir dünya kurmak için çıkılan yolda karşılaşılan sorunları aşmak için öncelikle evrimci ve gerektiğinde devrimci süreci teminat altına alır ve bunu bir dinamik geleneğe dönüştürür. Bir geleneğin, onu inkâr etmeden ve olduğu gibi onaylamadan aksine onunla hesaplaşarak gelişebileceği bilinciyle sürekli iyileştirme peşinde koşar. Bozulan dengeleri yeniden mizana getirir. Bu suretle sürekli barışı garanti altına alacak insanileşme, toplumsallaşma ve medenileşme yolculuğunun kesintisiz devamı sağlanmış olur.
Tanrı buyruğu olan ve insanın namusu olarak telakki edilmesi gereken bu yedi yasaya uymak ve onun için mücadele etmek, insan olmanın ve insan kalmanın asgari bir gereğidir. İnsan onur ve haysiyeti buna bağlıdır.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
İlkeli Yönetim
Ramazan Kayan
Kudüs’te Bir Eşraf Ailesi: el-Hüseynîler...
Sezai Balcı
Gazze: Direniş ve Diriliş Mektebi...
Abdullah Yıldız
Zafer Vadedilen Kur’ân (Tufan) Nesli...
Recep Songül
Filistin Direnişi Bize Ne Anlatıyor?...
Aydın Ünal
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
"Filistin davası, Filistinlilerin ya da Arapların ...
Abdurrahman Arslan
“Dünyaların değiştiremediği insanlar ancak dünyala...
Muhammed Emin Yıldırım
“Müslümanın dünyayla ilişkisi tedbir ve temkin ili...
Kasım Küçükalp
... her nimetin bir külfeti var. Gülü seven dikeni...
Ali Osman Öncel
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
Türk Sinemasında Neden Hz. Muhammed (sas) Filmi Yo...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
Avrupa’nın Ortasında Var Edilen Güçlü Bir İnanç İk...
Mikail Çolak
İnsan Göç Eyler
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
Ensârî Bir Muhacir: Zekvân b. Abdükays...
Miraç Okutan
İki Hicret Sahibi: Ca’fer b. Ebû Tâlib...
Miraç Okutan
NEBEVİ VARİSLER
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Ca'fer b. Ebû Talib
Zeynep Simit
Süleyman b. Yesâr
Ruveyda Büyükkendirci
Ömer b. Abdülaziz
Kevser Özdağ
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x