Menü

Eski bir yerleşim yeri olan Tebük’ün tarihi, milâttan önceki yüzyıllara kadar inmektedir. Bölge İslâm’dan önce Roma ve Bizans imparatorluklarının hakimiyeti altında kalmıştır. Tebük İslâm tarihinde hicretin 9. yılında (m. 630) Peygamber Efendimiz’in Bizans İmparatorluğu’na karşı düzenlediği askerî sefer dolayısıyla meşhur olmuştur.

Tebük şehri günümüzde Suudi Arabistan sınırları içinde ülkenin kuzeybatısında yer alır. Aynı adı taşıyan idari bölgenin (imâre) merkezi olan Tebük, 500.000’i aşan nüfusuyla  Riyad, Cidde, Mekke, Medine, Demmâm ve Tâif’ten sonra yedinci büyük şehir durumundadır. Suriye bölgesi ile Vâdilkurâ ve Hicâz’ı birbirine bağlayan Tebük, Dımaşk’a 500 km., Medine’ye 700 km., Ürdün sınırına 140 km. mesafededir. Şehrin Suriye bölgesine mi yoksa Arap yarımadasına mı dahil olduğu hususu İslâm coğrafyacıları arasında ihtilaflıdır.

Eski bir yerleşim yeri olan Tebük’ün tarihi, milâttan önceki yüzyıllara kadar inmektedir. Bölge İslâm’dan önce Roma ve Bizans imparatorluklarının hakimiyeti altında kalmış, bu süreçte bölgede yaşayan Benî Kelb, Lahm, Âmile ve Cüzâm gibi Arap kabileleri Hıristiyanlığı kabul etmiştir.

Gazvetü’l-usre/Zor sefer

Tebük İslâm tarihinde hicretin 9. yılında (m. 630) Peygamber Efendimiz’in Bizans İmparatorluğu’na karşı düzenlediği askerî sefer dolayısıyla meşhur olmuştur. Suriye’den Medine’ye gelen gelen bazı tüccarlar Bizans İmparatoru Herakleios’un bölgedeki Hıristiyan Arap kabilelerinin de desteğini alarak müslümanlara saldırı hazırlığında olduğunu haber verdiler. Hz. Peygamber, bu haber üzerine derhal savaş hazırlığını başlattı. Bu sırada yaz mevsiminin en sıcak günleriydi. Büyük bir kıtlık ve kuraklık yaşanmaktaydı. Ayrıca hurmalar ve diğer meyveler olgunlaşmak üzereydi. Dolayısıyla hem düşman büyüktü hem de askeri sefer için çok zor şartlar söz konusuydu.

Kur’ân-ı Kerim’de Tebük Gazvesi’nin düzenlendiği zamana “Sâatü’l-‘usre” (güçlük zamanı) denildiği için (et-Tevbe 9/117) orduya “ceyşü’l-usre” (zor zamanların ordusu), gazveye de “Gazvetü’l-usre” (Zor Sefer) adı verilmiştir.

Peygamber Efendimiz daha önceki gazvelerinde kiminle savaşılacağını son ana kadar gizler, hatta başka bir tarafa gitmek istediğini göstermeye çalışırdı. Ancak bu defa şartların ağırlığı ve özellikle düşman ordusunun büyüklüğü sebebiyle, kiminle savaşılacağını baştan itibaren açıkladı. Çünkü askerlerin ona göre hazırlık yapmasını istiyordu.

Fitne ateşinin söndürülmesi

Bu arada münâfıklar, bozgunculuk yapıyorlar, bu sıcakta sefere çıkılmaz diyerek müslümanları seferden alıkoymaya çalışıyorlardı (Tevbe sûresi, 9/91). Onlardan bazıları, bu maksatla bir Yahudinin evini merkez edinmişlerdi. Bu ev ateşe verilerek yakıldı. Birtakım bedevîler savaşa gitmemek için izin istiyorlardı. Müslümanlardan bir kısmında da, sefere karşı bir isteksizlik vardı. Bunun üzerine inen aşağıdaki âyetlerle böyle müslümanlar  Allah tarafından ikaz edildi:

“Ey iman edenler! Size ne oldu ki, ‘Allah yolunda seferber olunuz!’ denilince yerinize yığıldınız kaldınız? Yoksa âhiretten vazgeçip dünya hayatına razı mı oldunuz. Fakat o dünya hayatının saâdeti, âhiret saâdetinin yanında pek az bir şeydir. Eğer seferber olmazsanız, Allah size sızlatıcı bir azap ile azabeder ve yerinize başka bir kavim getirir (ve emirlerini o kavme infaz ettirir) de siz Peygamber’e hiçbir sûretle zarar veremezsiniz. Ve Allah herşeye kadirdir. Eğer siz Peygamber’e yardım etmezseniz, ona Allah yardım eder. Ve şimdiye kadar yardım etti de…” (et-Tevbe 9/38-40).

Bu âyetlerin inmesinin ardından seferberlik hazırlığı hızlandı ve savaşa katılmak isteyenlerin sayısı gün geçtikçe arttı. Peygamberimiz kıtlık ve asker fazlalığı dolayısıyla savaş hazırlıkları için yardım kampanyası başlattı. Hz. Ebû Bekir bütün malını, Hz. Ömer ise  yarısını getirdi. Miktar olarak en büyük yardımı yapan Hz. Osman, bütün levâzımâtıyla 3 yüz deve ve bin dinar bağışladı. Müslüman kadınlar da mücevherlerini bağışlayarak sefere destek verdiler.

Cizye uygulamasının başladığı sefer

Peygamber Efendimiz kısa sürede toplanan 30 bin kişilik ordusuyla yola çıktı. Medîne’de vekil olarak Hz. Ali’yi bırakmıştı. İslâm ordusu, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Tebük’e ulaştı. Ancak Bizans ve onu destekleyen Araplardan bir hareket görülmüyordu. Peygamberimiz, 20 gün civarında Tebük mevkiinde bekledi. Bu süre içinde Eyle, Cerbâ, Ezruh, Maknâ ve Ma‘ân gibi çoğunlukla Hıristiyanların, bir kısmında ise Yahudilerin yaşadığı merkezlerin yerel yöneticileriyle antlaşmalar yaptı. Bölge halkı müslüman olmamakla birlikte, Tebük seferinin hazırlıkları sırasında inmiş olan Tevbe suresindeki cizye ayeti (ayet 29) hükmünce, cizye vergisini ödemek şartıyla İslâm devletinin hakimiyetini tanıdılar. Hz. Peygamber Hâlid b. Velîd kumandasında bir askeri birliği Dûmetülcendel’in Hıristiyan yöneticisi Ukeydir b. Abdülmelik üzerine gönderdi.  Ukeydir, cizye ödemeyi kabul ederek İslâm hakimiyetini tanıyınca görevinde bırakıldı.

Fitne yuvasının yıkılması

Düşmanın harbetmek niyetinde olmadığı kesin olarak anlaşılınca, Resûlullah, daha fazla beklemenin faydasız olacağı kanaatine vardı ve ordusuna geriye dönüş emrini verdi. Sefer dönüşü Medîne’ye yaklaşıldığı sırada, Peygamberimiz’i karşılayan bir grup münâfık, Kubâ köyünde yapmış oldukları bir mescidde namaz kılmasını istediler. Bu sırada inen âyette, bu yapının münâfıkların toplanması için yapılmış bir fitne yuvası, “Mescid-i Dırâr” olduğu haber verildi (et-Tevbe, 9/107). Resûlullah, birkaç sahabi göndererek  bu yapıyı yıktırdı.

Yeryüzünün genişliği kendilerine dar gelenler

Peygamberimiz, her sefer dönüşünde, mescidinde sefere katılmayanların mazeretlerini dinlerdi. Tebük seferine katılmayan 80 kişi, Mescid-i Nebevî’ye gelerek uydurdukları mazeretlerini açıkladılar. Peygamberimiz, onların dilleriyle söylediklerini esas alarak, kalplerinde gizledikleri gerçeği Allah’a havale etti. Bu arada Ensar’dan savaşa katılmayan üç kişi (Ka’b b. Mâlik, Mürâre b. Rebî ve Hilal b. Ümeyye) doğruyu söyleyerek geçerli bir mazeretleri olmadığı halde seferden geri kaldıklarını beyan ettiler. Peygamberimiz, onları toplumdan tecrit etmekle cezalandırdı. Diğer müslümanların onlarla konuşmasını yasakladı. Bu yasak üzerine, 50 gün boyunca hiçbir müslüman onlarla konuşmadı. Allah’tan başka sığınacak kapı olmadığını anlayan bu üç kişi, büyük bir pişmanlık içine girmişlerdi. Kur’ân-ı Kerîm’deki ifadeyle “geniş yeryüzü, artık kendilerine dar geliyordu”. Nihâyet Cenab-ı Allah, indirdiği âyetle, büyük bir imtihana tabi tuttuğu üç kulunu affettiğini bildirdi (Tevbe 9/118-119).

Tebük Gazvesi’nde savaş vuku bulmamakla birlikte Hz. Peygamber’in işaret edilen zor şartlar altında Bizans gibi büyük bir güce karşı 30.000 kişilik bir ordu toplaması ve bu ordunun Tebük’e intikal ettirilmesi müslümanların ulaştıkları gücü göstermesi bakımından önemlidir.

Tevbe mescidi

Hz. Ebû Bekir  döneminde irtidat hadiseleri bastırıldıktan sonra 12 (633) yılında Şurahbil b. Hasene 3.000 kişilik bir ordunun başında Tebük-Maân istikametinde gönderildi. Emevî halifeleri içinde dindarlığı, zühd ve takvası ile farklı bir şahsiyet olup “İkinci Ömer” ve “Hulefâ-yi Râşidîn’in beşincisi” diye tanınan Ömer b. Abdülazîz  99 (717) yılında Tebük’te Hz. Peygamber’in mescid olarak kullandığı yerde bir cami yaptırdı. Mescidü’t-tevbe adıyla bilinen cami bu güzergâhtan hacca gidenlerin ziyaret ettiği bir yer oldu. Çeşitli dönemlerde tamir edilen cami 1973’te Suudi Arabistan kralı Faysal b. Abdülaziz tarafından yeniden inşâ edildi.

Hac güzergahının önemli bir mekanı

Tebük, Mısır, Suriye ve Irak bölgelerinden hacca gidenler için önemli durak yerlerinden biriydi. Tatlı su kaynakları bakımından zengin olan Tebük’te çok sayıda su kuyusu açılmıştı. Hacılar burada dinlenir, alışveriş yapar, hem kendilerinin hem de deve, at vs. bineklerinin su ve yiyecek ihtiyaçlarını karşılardı. Ortaçağın en meşhur müslüman seyyahı İbn Battûta, 726 (1326) yılında gerçekleştirdiği hac seyahatinde Tebük’te konakladıklarını ve çeşitli ihtiyaçlarını temin ettiklerini kaydeder. Hac için Tebük güzergâhını kullananlar zaman zaman bölgede yaşayan bedevilerin saldırılarına uğruyorlardı.

Osmanlı Devleti döneminde 965 (1558) yılında böyle bir saldırı hadisesinin yaşanması üzerine hacıların güvenliği için dönemin padişahı Kanuni Sultan Süleyman hac yolları üzerinde kaleler inşâ edilmesini istedi. İki yıl sonra inşâ edilen kalelerden biri de Tebük kalesi idi. Şehrin günümüze ulaşan en önemli tarihi eserlerinden biri olan kalenin yanında bir cami, su kuyusu ve iki havuz yer almaktaydı. Kale 1064 (1654) yılında tamir edilmiş, askeri birliklerin ve topların yerleştirilmesiyle güvenli hale gelmişti.

Hicaz Demir yolu

XIX. yüzyılın sonlarında Tebük yaklaşık elli hâneli küçük bir köydü. XX. yüzyılın başında II. Abdülhamid tarafından yaptırılan Hicaz Demiryolu’nun Tebük’ten geçmesi ve burada bir istasyon yapılmasıyla şehir yeniden canlandı. Hicaz hattı yöredeki iç çatışmalar sebebiyle güvensiz durumda olan Tebük’e emniyet getirdi; evler, su kuleleri, tamir atölyeleri, hastahane, okul ve cami inşa edildi. Nüfusu kısa sürede arttı.

I. Dünya Savaşı sırasında 1916 Haziranında Şerîf Hüseyin’in İngilizler’le anlaşarak isyan etmesinin ardından İngiliz subayların yönlendirdiği saldırılarda Hicaz Demiryolu’nun önemli bir kısmıyla birlikte Tebük’teki istasyon da tahrip edildi; istasyon günümüzde âtıl durumdadır.

1924’te Şerîf Hüseyin, İngilizler’in himayesinde Hicaz Hâşimî Krallığı’nı kurunca Maan’a bağlanan Tebük 1925’te Suudi Arabistan’ın hâkimiyetine girdi. Hamîdât, Atıyye, Belî, Huveytât ve Aneze gibi Arap kabilelerinin yaşadığı Tebük zaman içerisinde gelişerek Suudi Arabistan’ın hızla büyüyen ve nüfusu da aynı hızla artan şehirlerinden biri haline geldi.

YARARLANILAN KAYNAKLAR:

Avcı, Casim, “Tebük”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), XL, 227-228.

İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye (nşr. Mustafa es-Sekâ ve diğerleri), Kahire 1375-1955, II, 515-537.

Mes‘ad b. Îd el-Atvâ, Tebûk Kadîmen ve Hadîsen, Riyad 1413/1993.

Musil, A., The Northern Hegaz, New York 1926, s. 161-170, 234-237.

Sarıçam, İbrahim, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ankara 2004, s. 241-245.

Vâkıdî, Kitâbü’l-Megâzî (nşr. M. Jones), Beyrut 1404/1984, III, 990-1076.

Yâkūt, Mu‘cemü’l-büldân (nşr. Ferîd Abdülazîz Cündî), Beyrut 1410/1990, II, 17.

Yiğit, İsmail, “Tebük Gazvesi”, DİA, XL, 228-230.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x