Menü
Arif Gezer
Arif Gezer
Hz. Peygamber (sas) ve Sağlık
Eylül 25, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

Hz. Peygamber Efendimiz (sas), bir beşer olması hasebiyle kendisi de zaman zaman hastalanmıştır. Ailesinden, akrabalarından ve Ashâb-ı Kiram’dan da hastalananlar olmuştur. Kendisi de dahil bazı sahâbîler savaşlarda yaralanmıştır. Hatta sakat kalanlar bile olmuştur. Böylesine bir sosyal çevrenin içinde bulunan bir kişi olarak onun hastalıklar ile ilgili birçok hadisleri söz konusu olmuştur. Hastaların ziyaret edilmesini tavsiye etmiş ve kendisi de hastalandığını duyduğu kişilere hasta ziyaretinde bulunmayı bir adet haline getirmiştir. Bulaşıcı hastalıklar için de önemli tavsiyelerde bulunmuştur.

Hastalanan kişilere tedavi olmalarını tavsiye etmiştir. O günün şartlarında bilinen bütün tıbbî tedavi ve müdahalelerin yapılmasını istemiştir. Hacamat, dağlama, rukye yapılması ve bal şerbeti içilmesi gibi bazı şeylerin uygulanmasını bizzat istemiştir.

Ayrıca koruyucu tıp denebilecek bazı hususlara da özellikle dikkat çekmiştir. El, ağız ve beden temizliğine çok dikkat çekilmesi, az yemek yemenin tavsiye edilmesi, yemeklerden önce ve sonra ellerin yıkanmasına büyük önem verilmesi, günde 5 defa abdest alınması ve misvak kullanılmasının ısrarla istenmesi gibi hususlar koruyucu tıp olarak değerlendirilebilir.

Hz. Peygamber’in (sas) temel gönderiliş gayesi, bütün insanlığın dünyevî ve uhrevî saâdetinin temin edilmesidir. Böylesine evrensel bir gaye için gönderilmiş bir peygamberin en çok önem vermesi beklenen hususlardan birinin sağlık konusu olması gayet doğaldır. Çünkü insanın huzuru ve mutluluğu, öncelikle sağlıklı olmasına bağlıdır. Müslüman olsun veya olmasın bütün insanların en azından bu dünyadaki mutluluğu ve saâdeti, yaşam kalitesiyle ilişkilidir. Yaşam kalitesi denince ilk akla gelen konu tabiidir ki sağlık meselesidir.

Hz. Peygamber’in (sas) sağlık konusunu ele alışı ve bu sahadaki önerileri, daha çok genel öğretiler çerçevesindedir. Onun bir tıp doktoru gibi algılanması ve sağlık ile ilgili bütün tavsiye ve önerilerinin tıp ilmi çerçevesinde değerlendirilmesi sakıncadan hali değildir. Yine aynı şekilde, bütün sözlerinin vahye müstenit kabul edilip her bir sözünün her yerde ve her şartta mutlak geçerli olmasının gerekliliği gibi bir genel kabul, bazı yanlış değerlendirmelere ve sıkıntılı durumlara yol açabilecektir.

Hz. Peygamber’in (sas) sağlık ile ilgili tavsiyelerinin bazıları hastalık sonrası tedavi amaçlıdır. Meselâ, karnı ağrıyan birisine bal şerbeti içmesini tavsiye etmesi ya da diğer bazı durumlarda hacamat, dağlama, rukye… tavsiyelerinde bulunması gibi. Bununla beraber, tavsiyelerinin önemli bir kısmı da hastalık öncesi korunma maksadına yönelik olabilmektedir. El ve ağız temizliğini, az yemeyi, yemekten önce ve sonra ellerin yıkanmasını tavsiye etmesi gibi. Bu tür tavsiyeleri, bir nevi koruyucu tıp veya koruyucu hekimlik düşüncesini akla getirmektedir.

Diğer yandan salgın hastalıklar ile ilgili ve özellikle onların yayılmasını önleyici tavsiyeleri de vardır. “Taun hastalığı olan yere girmeyin ve eğer bulunduğunuz yerde taun hastalığı varsa oradan da çıkmayın.” (Ebû Dâvûd, “Cenaiz”, 6) demesi gibi. Bu sonuncusu, bir tavsiyeden öte bir emir mahiyetindedir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, bulaşıcı hastalık bulunan bölgenin zorla da olsa karantinaya alınabileceği anlamında kabul edilebilir. Bu şekilde bulaşıcı hastalığın yayılması ve pandemi gibi global bir sorunun ortaya çıkması engellenmiş olur. Ki bu da Hz. Peygamber’in (sas) öğretilerinin evrensel olduğunun bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Malumdur ki İslâm düşünce sisteminde insanın yaratılış gayesi ibadettir ve kulluktur. Allah Teâlâ bu konuyu Zariyât Sûresi 56. âyetinde bizzat kendi ifadesiyle bize bildirmekte ve “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” buyurmaktadır. İbadetin ve daha geniş anlamda kulluğun gereği gibi yapılabilmesi ise öncelikle sağlıklı olmaya bağlıdır. Namaz, oruç, hac, cihad vb. hemen bütün ibadetler sağlıklı iken yapılabilir. Sağlığı yerinde olmayan kişiler bu ve benzeri ibadetleri ya hiç yapamazlar ya da gereği gibi tam olarak yerine getiremezler. Dolayısıyla genel anlamda kulluk vazifelerini de tam anlamıyla ifa edemezler. Hal böyle olunca Hz. Peygamber’in (sas) sağlık konusuna bigâne kalması asla düşünülemez. Bilakis o bu konuya çok önem vermiştir. “İki şey vardır ki insanların çoğu bunlarda aldanmıştır. Bunlardan biri sağlık diğeri de boş vakittir.” (Buhârî, 18/169) şeklindeki mübarek sözü, bu konuda ilk akla gelen hadislerdendir.

Hz. Peygamber’in (sas) sağlık konusundaki genel tutumuna baktığımızda bazı ana konuları görebilmekteyiz. Öncelikle sağlığın korunmasına dikkat çekmektedir ki bu konudaki tavsiyeleri özellikle temizlik ve beslenme konularına yoğunlaşmaktadır. Temizlik konusunda maddî temizliğin yanı sıra kalbî ve manevî temizliğe de büyük önem vermekle beraber biz bu çalışmamızda daha çok maddî temizlik konusuna ağırlık vereceğiz. Maddî temizlik denince ilk akla gelen konu ise beden temizliğidir. Ardından da çevre temizliğidir. Temizlik, doğru beslenme ve kişisel bakım gibi sağlık konularını, daha ziyade hastalık öncesi ve hastalığa karşı tedbirler kapsamında değerlendirmek mümkündür. Bu yönüyle değerlendirildiğinde sünnetin bu konulara yaklaşımı ve ilgili hadisler, koruyucu tıp veya koruyucu hekimlik gibi yeni terimlerin de temel alt yapısının oluşturulmasına katkıda bulunmuşlardır denebilir.

Hz. Peygamber’in (sas) hastalıklar, tedavi yöntemleri hastalar ve hasta ziyareti ile ilgili hadisleri hemen bütün temel hadis kaynaklarında Kitabu’t-Tıbb, Kitabu’l-Cenâiz, Kitabu’l-Merdâ gibi bölümlerde geniş bir şekilde yer almaktadır.

Hz. Peygamber’in (sas) sağlığa ve temizliğe verdiği önem, hemen herkes tarafından çok iyi bilinmekle beraber, onun çevre ve toplum sağlığına verdiği önem biraz ihmal edilmiş veya gereği gibi araştırılmamış gibidir. Halbuki pandemi gibi çok büyük bir toplumsal hatta evrensel sağlık sorununu daha yeni yaşamış bir nesil olarak bizler, sünnetin bu konuya bakış tarzını ve önerdiği çözüm yollarını gereğince konuşmak ve asrın idrakine sunmak ile mükellefiz.

Hz. Peygamber (sas) döneminde Mekke, Medine ve civar bölgelerde bilinen ve rastlanan hastalıkların adları ve tedavî usulleri hakkında birçok bilgiye sahibiz. Bunlardan bazıları şunlardır:

Veba: Bulaşıcı bir hastalıktır. Günümüzde de aynı isimle anılır. Bulaşıcı hastalıkların hepsi için de kullanılan genel bir isimdir. Taun hastalığı ile de karıştırılmış veya birbirinin yerine kullanılmıştır. Hz. Peygamber (sas) bu hastalıkla ilgili şöyle buyurmuştur: “Bir yerde veba hastalığı çıktığını duyarsanız oraya girmeyin, şayet bulunduğunuz yerde veba hastalığı çıkmışsa ardan ayrılmayın.” (Buhârî, “Tıb”, 30; Müslim, “Selâm”, 92; Ebû Dâvûd, “Tıb”, 24; Muvatta, “Câmi”, 23; Tirmizî, “Cenâiz”, 66.)

Taun: Bu da bir bulaşıcı hastalıktır ve diğer bulaşıcı hastalıkları ifade etmek için de kullanılmıştır. Hz. Peygamber’in (sas) bu hastalıkla ilgili olarak, müminlerin annesi Hz. Aişe’den (r.anhâ) nakledilen bir hadisi şöyledir: Allah Rasulü’ne (sas) taunun ne olduğunu sordum.Dedi ki: “Taun, Allah’ın dilediği kişilere isabet ettirdiği bir azaptır. Ama Allah onu müminler için rahmet kılmıştır. Beldesinde taun çıkan bir kişi, sevabını yalnız Allah’tan bekleyerek ve başına Allah’ın yazdığından başka bir şeyin isabet etmeyeceğine inanarak evinde oturur, sabreder ve orayı terk etmezse, Allah ona muhakkak ki bir şehit sevabı yazar.” (Buhârî, 7/215).

Eski kaynaklarda tâunun belirtileri arasında koltuk altında, kulak arkasında, burun yanında ve vücudun yumuşak dokulu kısımlarında siyah, yeşil ve bozuk renkte, çok acı veren çıbanların çıkması, bunlardan kanlı irin akması ve kusma, kalp çarpıntısı, baygınlık gibi durumlar zikredilir. (Varlık, “Taun”, 40/175).

Zatu’l-cenb: Akciğer ile ilgili bir hastalıktır. Titreme, ateş gibi tezahür şekilleri vardır. Hz. Peygamber’in (sas) son zamanlarında bu hastalığa yakalandığı ve bundan vefat ettiği gibi görüşler de vardır. Ama yaygın kanaate göre Hz. Peygamber’in (sas) vefat ettiği hastalık ateşli humma yani sıtma hastalığı idi.

Humma (sıtma): Sert ve kurak bir havaya sahip olan Mekke’ye nazaran Medine’nin daha yumuşak ve daha sulak bir iklime sahip olması sebebiyle,daha çokMedine’de görülen bir hastalıktır. Bunun için bilhassa Mekkeliler nezdinde, Medine sıtmasıyla anılırdı. Onlar Medine’yi, havası nemli ve çürük, dolayısıyla sıtmanın merkezi olarak nitelendirirlerdi. Hatta daha da ileri giderek, Hz. Peygamber’in ve muhacirlerin bu nemli ve çürük hava ya da sıtma nedeniyle kısırlaşacağı, artık çocuklarının olmayacağı, zamanla nesillerinin tükeneceği gibi dedikodular da çıkarmışlardı. Bu sebeplerden dolayı, Medine’de muhacirler arasında ilk olarak dünyaya gelen çocuk -ki bu Abdullah b. Zübeyir idi- Müslümanlar arasından büyük bir sevinç meydana getirmişti.

Bütün bu sayılanların dışında o dönemde rastlanan hastalıklar arasında, göz hastalıkları -ki Hz. Ali’nin gözü sık sık ağrırdı- boğaz iltihabı, kalp hastalıkları, nefes darlığı, baş ağrısı, prostat, ishal, alaca, böcek zehirlenmesi gibi pek çok hastalıklar daha vardır (Bkz. Uçar, 199-207).

Yukarıda anlatılan bütün hastalıklara karşı Hz. Peygamber Efendimiz (sas), o dönemde bilinen bütün tedavi şekillerinden faydalanılmasını tavsiye etmiştir. Bunlardan en meşhur olanlardan biri de hacamattır.

Hacamatın Hz. Peygamber zamanında hem sağlığı koruma amaçlı hem de hastalık sonrası bir tedavi metodu olarak uygulandığı, bizzat kendisinin hacamat yaptırdığı, hatta hacamatı teşvik ettiği bilinmektedir. Hacamatı o dönemde bilinen en iyi tedavi metotları arasında kabul eden Resûl-i Ekrem’in ve ashâbının genel olarak ağrılara ve özellikle baş ağrısına karşı, baş, omuz, boyun damarları, kalça ve ayağın üstü gibi yerlerden hacamat yaptırdığı, Peygamberimiz’in (sas), hacamatın akla ve hâfızaya kuvvet verdiğini söylediği gibi rivayetler söz konusudur (Rıdvanoğlu, “Hacamat, 14).

Sünnette hastalık öncesi korunmak veya hastalık sonrası tedavi olmak ile ilgili genel olarak yapılan pek çok tavsiyeler söz konusudur. Ama bu konu ile ilgili Kur’ân-ı Kerîm’de de bazı işaret ve tavsiyeler vardır. Yani, hastalıklara karşı korunmak aynı zamanda Kur’ân-ı Kerim’de de bizden istenen bir husustur. Zira “Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın.” (Bakara, 2/194) âyeti kerimesini, bulaşıcı hastalıklara karşı karantina tedbirlerine başvurun, eğer tedbir almazsanız kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmış olursunuz, şeklinde yorumlamak da mümkündür. Çünkü, “insan aklının, hayatının ve neslinin korunması” konusu, İslâm dininin korunmasını emrettiği temel ilkelerdendir. Bu yüzden bulaşıcı hastalıklardan korunmak için tedbir amaçlı olarak o bölgeyi karantina altına almak Yüce Allah’ın bu emri gereğince hareket etmek ve bize verdiği aklı kullanmak anlamını da taşır.

Sünnette bulaşıcı hastalıklara karşı alınan ve karantinayı çağrıştıran izolasyon tedbiri de çok dikkat çekicidir. Hz. Peygamber Efendimiz’in (sas), bulaşıcı hastalıkların olduğu yerlerde izolasyon uygulanması yönünde tavsiyeleri söz konusudur. Bu duruma göre, pandeminin olduğu yerlerde karantinaya gidilmesi gerekir. Zorunlu bir durum olmadığı müddetçe o yerlere ne dışarıdan girilmesi ne de orada bulunanların o yerlerinin dışına çıkmaları uygun değildir. Bu şekilde davranmak tevekkülü reddetmek değildir. Aksine mücadeleyi içeren aktif bir sabrın ve sünnetullah ile uyumlu bir hareketin gereğidir. Başımıza ne zaman neyin geleceğini bilemediğimiz için, insanlığın ortak birikim ve tecrübesi ile çağın imkânlarından yararlanarak salgın hastalıklara karşı tedbirli olunmalıdır ve diğer insanların hayatı riske atılmamalıdır. Başkalarının hayatını tehlikeye atacak şekilde davranmak ve yeterli tedbirleri almayarak sağlıklı olanlara hastalığı bulaştırmak kul hakkının ihlaline sebep olacağı gibi toplumun kısa zamanda bu musibetten kurtulup selamete ermesine de bir engel teşkil edebilecektir. (Kanarya, 174 -175)

Hz. Peygamber (sas) sağlık konusuna çok önem vermiştir. O bir beşer olarak yaşadığı dönemin coğrafyanın kültür havzasında o günkü anlayış ile kabul gören tedavi metodlarından elbetteki etkilenmiştir. Sağlık konusuna verdiği aşırı önemden dolayı o günkü tıbbî uygulamalardan faydalanılmasını istemiştir. Bazı hastalıklarla ilgili bazı tedaviler de önermiştir. Bazı durumlarda ısrarlı tavsiyelerde de bulunmuştur.

Malumdur ki tıp ilmi, insanlığın varoluşundan beri peyderpey ilerlemiş ve her bir nesil ve her bir medeniyet bu ilerleyişe yeni veya değişik boyutlar eklemiştir. Tıp ilminin bugün içinde bulunduğumuz kendi çağımızdaki seviyesi ile beş ya da on asır sonra ulaşacağı muhtemel seviyenin farklı olacağı aşikârdır. Çünkü tıp ve sağlık bilgisi diğer bütün sosyal ve bilimsel alanlarda olduğu gibi çok dinamik, çok hareketli ve çok değişkendir. O derece değişken ki birkaç yıl önceki bazı sağlık bilgilerinin artık bilimsel kabul edilmediğine ve onların yerine yeni metotların uygulandığına şahitlik edebiliyoruz. Yine aynı şekilde birkaç yıl önce deva kabul edilen bazı ilaçların daha sonra bazı zararlı içeriklerinden dolayı yetkili merciler tarafından toplatıldığı haberleri artık yadırganmamaktadır. O halde Hz. Peygamber (sas) döneminde ve o onun toplumunda bilinen/uygulanan tıp anlayışı ile bu günkü tıp bilgisini karşılaştırmak da makul değildir. Hz. Peygamber’in (sas) vahye müstenid olmayan söz ve uygulamaları, kendi kişisel tecrübesinin ya da içinde bulunduğu kültürün bir yansıması olarak algılanmalıdır. O günkü sağlık bilgilerinin veya tedavi metodlarının, asırlar boyunca gelişmiş ve ilerlemiş olan bazı ilmî/tıbbî bilgilerle farklılık veya zıtlık arz etmesi -hâşâ- onun Peygamberliğini sorgulamaya sebep olarak asla algılanmamalıdır.

Bununla beraber, onun bilhassa taun ya da veba şeklinde isimlendirilen bulaşıcı hastalıklar konusundaki tavrı, gerçekten bugün içinde bulunduğumuz kendi çağımız ve hatta kıyamete kadarki gelecek zamanlar için de geçerli çok önemli evrensel uygulamaların ilham kaynağını teşkil etmiştir. Mesela, “Bir yerde taun (benzeri bulaşıcı bir hastalık) var ise oraya girmeyin, şayet bulunduğunuz yerde taun var ise oradan da çıkmayın!..” (Ebû Dâvûd, “Cenaiz”, 6) şeklindeki emir ifade eden hadis-i şerif, günümüzde bulaşıcı hastalıkların yayılmasını önlemek amacıyla uygulanmakta olan ve “karantina” adı verilen sosyal izolasyona, asırlar öncesinden işaret eden çok önemli bir evrensel öğretidir.

Bu çalışmamızda görüldüğü üzere, Hz. Peygamber (sas) sağlık konusuna o kadar önem vermiştir ki onu yani sağlıklı olmayı, yakîn derecedeki bir imandan sonraki en büyük nimet olarak saymıştır. Bu konuda şöyle buyurmuştur: “Allah’tan af ve afiyet (sağlık) isteyiniz. Zira bir kula, yakîn derecesindeki bir imandan sonra, afiyetten (sağlıktan) daha hayırlı bir şey verilmemiştir.” (Tirmizî, 5/ 557). Bu hadisteki Allah’tan sağlık isteyin ifadesinin, sadece dua ile isteyin değil de aynı zamanda, sağlığınıza dikkat edin, sağlığınızı korumak için gerekli bütün tedbirleri alın manasına geldiği aşikârdır. Bu husus gözden kaçırılmamalıdır. Yani sağlığı korumak için alınması gereken bütün koruyucu tedbirlerin yerine getirilmesini ve ayrıca hastalar için de hastalıktan kurtulup afiyete dönmek konusunda gerekli bütün tedavi şekillerinin uygulanması da istenmiştir.

Sonuç olarak, Hz. Peygamber’in (sas) sağlık ve tıp konusundaki tavsiyeleri ve öğretileri, sadece Müslümanların değil bütün bir insanlığın hayat kalitesinin arttırılmasına, saâdet ve mutluluğun temin edilmesine büyük katkılarda bulunmuştur.

Kaynaklar

Buhârî, Sahîh, Çağrı Yayınları, İstanbul: 1992.; Çelebi, İlyas, “Rukye”, DİA, İstanbul: 2011, 35/219-222; Ebû Dâvûd, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992; Gezer, Arif, “Hz. Peygamber’in Hastalıklara Karşı Tutumu”, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 2020, Sayı: Salgın Hastalıklar Özel Sayısı, 625-640; İbn Hanbel, Müsned, Çağrı Yayınları, İstanbul:1992; İbn Mâce, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul:1992; İmam Malik, “Muvatta”, Çağrı Yayınları, İstanbul:1992; Kanarya, Bayram, “Hadis Rivayetlerinde Pandemi”, Yetkin Düşünce Dergisi, yıl:3, sayı:11, 2020; Rıdvanoğlu, Mahmud, “Hacamat”, DİA, İstanbul: 2011; Köycü, Erdoğan, “Tarihten Günümüze İnsan Sağlığının Korunması ve Tıbb-ı Nebevî’de Karantina Uygulamaları”, Uluslararası Tıbb-i Nebevî Kongresi, 24-25 Haziran 2014 Ankara, Bildiriler, 318-343; Kurtubî, “el-Cami’ li Ahkami’l – Kur’ân”, Dâru’l-Hadis, Kahire:1996; Müslim, Sahih, Çağrı Yayınları, İstanbul: 1992; Tirmizî, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul: 1992; Uçar, İlyas, “Hz. Peygamber Zamanında Medîne’de Ortaya Çıkan Hastalıklar ve Tedavi Yöntemleri”, Pamukkale Üniv. İlahiyat Fak. Dergisi, Eylül/2017, Yıl:4, Sayı:8, s. 196-218); Varlık, Nükhet, “Taun”, DİA, İstanbul: 2011.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x