Menü
Hüseyin Algül
Hüseyin Algül
Şemâil ve Hasâis Kitapları Çerçevesinde Hz. Peygamber’in (sas) Örnekliği
Aralık 22, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

Şemâilü’n-Nebî, “Hz. Peygamber’in (sas) fizikî özelliklerini ve ahlâkî güzelliklerini ifade eden bir terim” dir. Bu tür eserlerde “Allah Resûlü’nün dış görünüşü, özel hayatı ve ahlâkı” ele alınır. Hasâisü’n-Nebî ise, “Yüce Allah’ın sadece Hz. Muhammed’e (sas) lutfettiği özellikleri ifade eden bir tabir” dir. Gerek Şemâilü’n-Nebî, gerekse Hasâisü’n-Nebî, aynı zamanda bunlardan bahseden eserlerin ortak adıdır. Hasâis türü araştırmalarda, Hz. Peygamber’e (sas) münhasır kılınan ilâhî hüküm ve lutuflar, umumiyetle “farzlar, haramlar, mubahlar ve sadece ona lütfedilen üstünlükler olmak üzere” dört grupta ele alınır ve sıra ile örneklendirilir.

Tabii ki Şemâil ve Hasâis alanında geçmişte yapılan çalışmalar, büyük muhtevalarla kitaplaşarak günümüze kadar gelmiştir. Dolayısıyla bu alanda hazırlanan birkaç sayfalık yazılarda ancak özet bilgiler aktarılabilir ve bu tür aktarımlarda bir bütün olarak tüm konulara eşit derecede yer vermek, oldukça zordur. Bu vesile ile bu yazıda biz Sevgili Peygamberimiz’in ahlâkî örnekliğinden bir kesit sunarak, söz konusu derinlikli konunun önemine dikkat çekeceğiz.

Allah Resûlü’nün (sas) ahlâkı, Kur’an ahlâkıdır. Ashâb-ı Kirâm’dan bazıları Hz. Âişe’ye Peygamber Efendimiz’in ahlâkından sorduklarında “Onun ahlâkının Kur’an” olduğunu söylemiş, bir defasında da “Mü’minûn sûresinin ilk on âyetini okudukları ve üzerinde düşündükleri takdirde Peygamber Efendimiz’in ahlâkını öğrenebileceklerine” işaret etmiştir.

İsterseniz Mü’minûn sûresinin ilk on âyetine hep birlikte bakalım, okuyalım, üzerinde düşünelim; böylece Allah Resûlü’nün (sas) ahlâkını ana hatlarıyla tanıyalım, öğrenelim, anlayalım, içselleştirelim, özümseyelim, özenelim, imrenelim, nebevî ahlâkı günümüze taşıyabilme ve bunu yansıtan davranış modellerini günümüz şartlarında geliştirebilme usullerini müzakere edelim.

Mü’minûn Sûresine Göre Hz. Peygamber’in (sas) Ahlâkî Örnekliği

Bu sûreye göre en başta Hz. Peygamber (as.) ve devamında onun ahlâkî örnekliğini samimiyetle benimseyenler:

  • Kurtuluşa erenlerin öncüsüdürler.
  • Namazlarını -ibadet ü tâatını huşu üzere- derin saygı ile yerine getirirler.
  • Boş ve anlamsız iş yapmaz, yararsız şeylerden uzak dururlar.
  • Zekâtını verirler, infak ve tasadduk ile hayr ü hasenattan geri durmazlar.
  • Namus, iffet, şeref, haysiyet, izzet ve itibarlarını korurlar.
  • Emîndirler, toplumda güvenilir kişiliğiyle bilinir ve tanınırlar; Cenâb-ı Hakk’a elest bezminde iman ikrarıyla taahhüt ettikleri ilâhî hükümlerin gereğini yerine getirirler ve yaşadıkları dünyada toplumda sorumluluk taşıdığı maddî emanetleri de titizlikle korurlar.
  • Ahidlerine riâyet ederler, verdikleri sözde dururlar, istikametten-doğruluktan ayrılmazlar…
  • Namazlarını -ibadet ü tâatını huşu üzere- samimi ve derinlikli olarak ifâ ettikleri gibi aynı zamanda vakitlerine, kurallarına riayet ederek titizlikle eda ederler.
  • Verilen İlâhî müjdeye göre bu özelliklerin ve güzelliklerin sahibi olarak o (Hz. Peygamber) ve onun ahlâkî örnekliğini özümseyip/içselleştirip günümüze taşıma gayreti içinde olanlar, felâha erenlerin öncüsü sıfatıyla Firdevs cennetlerine varis olacak ve orada ebediyyen kalacaklardır. (Mü’minûn, 23/1-11).

Esasında bu sûrede Resûl-i Ekrem’in (sas) ahlâkını öğrenmemiz hususunda Hz. Âişe annemizin bize gösterdiği adres yani Mü’minûn sûresi, onun şahsında kurtuluşa eren bütün mü’minlerin ahlâkî vasıflarını haber vermektedir. Hz. Âişe’nin bu âyetleri Peygamberimizle ilişkilendirmesinde “Onun güzel ahlâkının Kur’an’da hepimize örnek gösterilmesine” (Ahzâb, 33/21) ince bir gönderme vardır.

Nebevî Örnekliğin Toplumsal Boyutu

Allah Resûlü (sas) tertemizdi, herkesin de kıyafet, eşya, ev, sokak, çevre temizliğine özen göstermesini ister; gerek kıyafet, gerekse ev eşyasında sadeliğe, estetiğe önem verdiği kadar gönül safiyetine de aynı derecede değer verir, bu münasebetle gönül aynasını dışa yansıtan dil terbiyesine dikkat çeker; yalan, dedikodu, kovu, gıybet, iftira, fisk u fücur ve fitneyi şiddetle yasaklardı. Hz. Peygamber (as.) düzenli yaşamaya özen gösterir, Müslümanlara da her hususta düzenli olmalarını ısrarla tavsiye ederdi.

Allah Resûlü (sas), toplumun merkezinde, halkın arasında, insanların yanındaydı. O, yediden yetmişe her yaşta ve her meslekten insanlara sıcak bir ilgi göstermiş, oluşturduğu yeni toplumda herkese hakkını vermiştir. Müslümanları her gün daha mutlu, daha huzurlu, daha müreffeh bir hayat seviyesine ulaştırmak, onun en başta gelen çabaları arasındadır. Müslümanların birbirlerini şefkatle kucaklamaları, samimi bir sevgi ile birbirlerini sevmeleri, sıkıntıda ve rahatlıkta, kederde ve sevinçte, darlıkta ve bollukta sarsılmaz bir dayanışma hissiyle birbirlerini desteklemeleri, birbirlerine haset etmemeleri, kin beslememeleri, gururdan/kibirden kaçınmaları, gösterişten uzak durmaları, büyüklenmemeleri, mütevazı olmaları toplum huzuru için onun başlıca tavsiyeleri arasındadır. Şu kesinlikle söylenebilir ki: Hz. Peygamber’in (as.) toplum ilişkilerine hâkim kılmayı istediği prensipler, “adâlet, şefkat, merhamet, müsamaha, cömertlik ve yardımlaşma…” gibi yüksek değerlerdir.

Ashâb-ı Kirâm’ın bize haber verdiğine göre âlemlere rahmet Hz. Muhammed (sas), güzel bir insandı, çalışkandı, cömertti. Onun simâsı ve ahlâkı, güzellikte bütünleşmişti. Aile hayatında mütevazı, sosyal hayatta insanî münasebetlerde müsamahakârdı. Kindar değildi, öç almak gibi bir huyu yoktu. O, sadece Allah’a karşı hürmetsizlik ve dinî değerlere saldırı yapıldığı zamanlarda gazaplanırdı. Hayâ sahibi olup bunun, kişiyi olgunlaştıran ve davranışlarını dengeleyen en güzel hasletlerden olduğunu söylerdi. Azimliydi, cesurdu, sıkıntılara karşı sabırlı, tahammüllü, tedbirli, plânlı idi; en zor zamanlarda bile asla ümitsizliğe düşmez, her şartta ve ortamda yapılacak bir hizmet bulur ve yapardı, böylece istikbale ümitle bakardı.

Resûl-i Ekrem (sas), kibar ve yumuşak huyluydu, etrafındakilere kaba davranmaz, onları hor görmezdi. Allah’ın rahmetinden herkesin kana kana yararlanmasını isterdi.                           İncinmemek, incitmemek onun prensibiydi. Başkaları ile uğraşmayı zarafete, nezakete aykırı bulurdu. Herkese, başkalarıyla uğraşmaktan vazgeçip kendi kusuruyla meşgul olmasını tavsiye eder, hiç kimse hakkında kendisine kötü bir şey ulaştırılmasına razı olmazdı. Çünkü o, insanlar arasına kalbi arınmış (selîmü’l-kalb) olarak çıkmak isterdi. Kötülüğü delilleriyle sabit olmadıkça herkes onun gözünde tertemizdi, insanlara önyargısız ve hüsnüzanla bakardı. Bu münasebetle Müslümanın, “Elinden dilinden diğerlerinin zarar görmediği, başkalarıyla iyi ilişkiler kurabilen, ülfete, sohbete, dostluğa açık, her bakımdan kendisine güvenilen bir kişiliğe sahip olması gerektiğini” vurgulardı.

Allah Resûlü (sas), emîndi, dürüsttü, gayretliydi; plânlı, tedbirli, çalışkan, dualı ve mütevekkildi, bütün Müslümanların da böyle olmasını isterdi. İlme önem verir, âlimlerin önemini vurgulardı. Hayatı boyunca Medine’de Suffe Okulu öğrencilerine ve öğrenci konumunda olan diğerlerine fevkalâde ilgi gösterir, ihtiyaçlarını karşılar, önemli görevlerde yetkili kılarak kendilerine değer verirdi.

Peygamber Efendimiz, evinde ev halkına, mahallede komşularına, çarşı-pazarda esnafa ve -tanısın tanımasın- herkese samimi ve hoşgörülü davranırdı. Bu sebeple onu ilk gördüğü zaman huzurunda çekingen ve ürkek davrananlara, kendisinin de Kureyş’ten kuru ekmek yiyen bir hanımın oğlu olduğunu hatırlatırdı. Böylece insanlar, ihtiyaçlarını daha rahat arz edebilirler, sorularını daha kolay sorabilirlerdi. Onun bu tür tevazuu, çok sayıda yabancının İslâm’ı tanımasına sonra da Müslüman olmasına sebep oluyordu.

Onun, toplumla diyalogda başarılı olmasını sağlayan unsurlardan bir başkası da, hakkı gözetmesi ve adâletli olmasıydı. O, iltimas yapmaz, adam kayırmaz, hak ve adalet dağıtımında taraf tutmazdı ne kimsenin hakkını yer, ne de kimseye hakkını yedirirdi. Hiçbir hakkın kaybolmasına, herhangi bir kişinin haksızlığa uğramasına asla razı olmazdı.

Hz. Peygamber (sas), çirkin söz söylemezdi; hayâ, terbiye ve nezakete aykırı bir şey yapmazdı. Umumi yerlerde insanları rahatsız edecek bir davranışta bulunmaz; bağırıp çağırmaz, kimseyi üzmezdi. Toplumda iyilikleri artırmak, sakıncalı-zararlı davranışları ise ortadan kaldırmak için yoğun çaba harcardı. O, gördüğü olumsuzluklara seyirci kalmazdı. Ancak bir kişide gördüğü kötü davranışı giderirken o kişinin şahsiyetini incitmemeye özen gösterirdi. Böyle durumlarda çoğu defa sırf o şahsı kast etmeksizin genel uyarılarda bulunur, böylece hata sahibi de hatasını incinmeden anlamış olurdu. Bazen de sevilen bir şahsı araya koyarak kişiyi incitmeksizin onu uygun bir şekilde uyarırdı. Ayrıca o, hiç kimse hakkında kötü düşünmez, hiç kimse hakkında kötü düşündürecek tarzda söz söylenmesini de doğru bulmazdı. Çünkü peşinen kötü düşünmek (sûizan), toplumdaki ilişkileri olumsuz etkilerdi.

Hz. Muhammed (sas), kelimenin tam anlamıyla cömert bir insandı. Aile fertlerine, komşularına, yoksullara, yetimlere, misafirlere karşı çok cömertti. Bir yetimin yüzünü güldürmek, bir yoksulun ihtiyacını karşılamak, bir komşusunun eksiğini gidermek hülâsa çocuk olsun, genç olsun, yaşlı olsun, erkek olsun, kadın olsun her yaştan ve meslekten derdi olan insanların problemlerini çözmek, onu son derece mutlu ederdi. Toplumda gerçek ihtiyaç sahipleri, onun cömertliğinden samimi olarak sonuna kadar yararlanırlardı.

Resûl-i Ekrem (sas) vefâkar bir insandı. O, ahde vefâ ilkesini, ilkönce Cenâb-ı Hakk’a karşı yükümlülüklerinin gereğini en üst düzeyde yerine getirme hususunda işletmiştir. Bu uygulamanın bir neticesi olarak Hz. Peygamber (as.) Yüce Allah’ın ihsanlarına karşı yüksek vefâ duygusuyla çok şükredici ve çok hamd edici idi. Çünkü Yüce Allah onu Peygamber olarak vazifelendirmişti. Bu vesile ile o, dalâletin pençesine düşmüş insanları İslâm’a kazandırarak saâdete eriştiriyordu. Bu, ona Cenâb-ı Hakk’ın bir lütfuydu; dolayısıyla o, Hak Teâlâ’ya karşı şükür ve hamdde çok gayretli idi.And olsun ki içinizden size, sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün, inananlara şefkatli ve merhametli bir Peygamber gelmiştir.” (Tevbe, 9/128) âyetiyle bağlantılı düşünülecek olursa İslâm toplumunun hayrına ve mutluluğuna çok düşkün olan Hz. Peygamber’in (sas) şükür ve hamdi, ümmetinin Cenâb-ı Hakk’a sunmak durumunda olduğu şükran duygusunu simgelemektedir. Hz. Peygamber (sas) vefâkârlığının bir neticesi olarak ashâbıyla yakından ilgilenirdi, onların menfaatini ve hayrını ister, zarar görmelerinden üzüntü duyardı. Bunun tabii bir sonucu olarak ashâbına iyiliği dokunanları hiç unutmaz, bunları daima minnetle anardı. Şayet karşılık vermek imkânı doğarsa, iyilik ve hizmet konusunda daha fazlasını yapmak isterdi.

Ümmet için her konuda en güzel örnek olan Allah Resûlü (sas), doğruluğu söz ve davranış olarak en üst düzeyde temsil etmiştir. Onun verdiği habere göre doğruluk, insanı iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Doğruluktan ayrılmayan, samimi bir şekilde her zamanda, her mekânda, her şartta dosdoğru olan kişi, “sıddîk” derecesine erişir. Yalancılık ise insanı kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür. Sürekli yalancılık eden, Allah katında kezzâb (çok yalancı) diye yazılır. Resûl-i Ekrem (as.), yanına gelerek gerçek İslâm’a erişip Müslümanca yaşayabilmek için öğüt isteyen kişiye “Samimiyetle Allah’a iman edip dosdoğru olmasını” tavsiye etmiş, doğruluk ölçüsüne uyanın kurtuluşa erişeceğini müjdelemiş, aldatıp kandırarak doğruluktan-dürüstlükten uzaklaşanların ise İslâm toplumundan da uzaklaşacakları tehlikesine dikkat çekmiştir.

Mal-mülk tutkusu, İslâm ümmetinin fitnesidir; maalesef İslâm ümmetini zayıflatıp birbirine düşüren şey, maddeye sınırsız düşkünlükleri ve çoklukla övünmeleridir. Bu durum, insanoğlunu dünyevileşme çıkmazında bocalamaya sürükler. Hiç kuşkusuz, dirheme (maddeye, paraya pula, mala mülke) kul, köle ve esir olanlar manen perişan olurlar, hor ve hakir düşerler. İslâm ümmeti hakkında Allah Resûlü’nün (sas) en büyük korkusu, çeşitli imkânlara-nimetlere kavuştuktan sonra nefsaniyet ve çıkar kavgasına düşüp parçalanmaları ve gönül dünyalarını harap ederek âhiret yurdunu ihmal etmeleridir (Buhârî, “Rikâk”, 3, 7, 10, 11, 14; Müslim, “Cennet”, 55).

Allah Resûlü (sas), şefkat ve merhametin canlı örneğiydi. O, şefkat ve merhametini insanlarla sınırlı tutmamış, bu alana hayvanları ve bitkileri de dâhil etmiş, bu cümleden olarak susuzluktan ölmek üzere olan bir hayvanın susuzluğunu giderip ölümden kurtaran şahsın cenneti kazanacağını, bir hayvanı ölüme terk edenin de cehennemlik olacağını, hayvanlara güçlerini zorlayacak ağır yük yüklenmemesini, iyi bakılmasını, eziyet edilmemesini bildirmiş, hayvanların talim tarzında (ekzersiz için veya zevk için) ok hedefi yapılmasını yasaklamış; zaruret olmaksızın ağaçların kesilmesini doğru bulmamış, çevrenin ağaçlandırılmasını teşvik etmiş, kıyamet kopacak olsa, insanın elinde de bir fidan var ise ve onu dikmeye vakti yetiyorsa dikip öyle öleceğini hatırlatmıştır.

Ailede, toplumda ve insanlarla diyaloğunda merhamet ve şefkatin en derin örneklerini yaşayan ve yaşatan Hz. Muhammed (sas), insanları, hayvanları, bitkileri, tüm varlıkları ve evreni Yüce Allah’ın bir emaneti olarak görüyordu. Emanet, ciddiyet, bilinç ve sorumlulukla korunup geliştirilebilirdi. Sorumluluk ise, şefkat, rahmet, adalet, merhametle anlam ve değer kazanırdı. Bu sebeple, onun peygamberliği nasıl evrenselse şefkat, rahmet, adalet ve merhameti de evrenseldir. Bize düşen, Allah Resûlü’nün ahlâkî örnekliğini doğru anlayıp, özümseyip-içselleştirerek günümüze taşıyabilme ve onu en iyi biçimde temsil ederek gelecek nesillere aktarabilme noktasında gereken dikkati, özeni ve duyarlılığı gösterebilmek olmalıdır. Samimi mümine yakışan, budur. Şunu akıldan uzak tutmamak gerekir ki: Allah Resûlü’nün (sas) ahlâkî örnekliğini ve onun devrinde en güzel bir şekilde yaşanmış olan “Medine Ahlâkı”nı doğru bir şekilde tespit ve tetkik etmedikçe, özümseyip günümüz şartlarında bunlara hayatiyet kazandırmadıkça, tüm dünya insanlarının dîn-i mübîn-i İslâm’a koşa koşa gelip girdiğini görmek, kolay olmayacaktır. Hz. Peygamber (sas) devri Medine Ahlâkı’nı günümüzde doğru temsil ise, tüm insanlarda İslâm’a gıptaya şayan bir alâkanın doğmasına vesile olacaktır.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x