” Geçmişten günümüze Müslümanlar cihadı nasıl anlamışlar ve cihad hayatlarında ne tür bir rol oynamıştır?”
Sorunuza fıkıh geleneğini esas alarak cevap vermek isterim. Çünkü Müslümanların zihin dünyasını büyük ölçüde fıkıh şekillendirmiştir.
Fakihlerin nezdinde cihad, “Allah yolunda can, mal, dil, kalem ve diğer bütün vasıtalarla çaba sarfetmek; kullar yararına mutlak adalet ve maslahat esasına dayanan ilahî mesajı insanlara ulaştırmak ve gerektiğinde buna engel olanları bertaraf etmek üzere kuvvet kullanmak” anlamlarını içermektedir.
Buna göre cihad, başta nefs ile mücadele olmak üzere, iyiliği tavsiye ve kötülükten alıkoymak, toplumda iyiliğin yayılmasına ve İslâm’ın esaslarına riâyeti temine çalışmak anlamına gelmektedir. Hal böyle olunca cihad kelimesi, Kur’ân’ın yöntemine uygun olarak insanın bulunduğu her yer ve konumda eğitim ile uğraşmak ve nihayet din-vicdan hürriyetine engel olanlarla fiilî mücadele etmek gibi çok geniş boyutları kapsamaktadır.
Hz. Peygamber’in (sas) “Asıl mücâhid, Allah’a itaat yolunda nefsiyle cihad edendir.” şeklindeki buyruğu, cihadın bireysel ve en önemli boyutuna işaret etmektedir. Çünkü Allah’ın iradesine derin bir saygı gösterip onu kendi hayatına hâkim kılmayan kişi, bu iradeyi başkalarına iletemez[MOU1] .
Haksızlıklara, toplumsal yozlaşmalara ve bid’atlere karşı konulan tavır da Resul-i Ekrem tarafından cihad olarak nitelendirilmiştir. “Cihadın en faziletlisi zâlim sultanın yanında hakkı söylemektir” hadisi zulüm ile mücadelenin; “Allah’ın benden önceki ümmetlere gönderdiği her nebînin kendi ümmetinden sünnetini alan ve emirlerine uyan havârîleri ve sahâbîleri vardır. Sonra bunların arkasından, yapmayacakları şeyleri söyleyen ve emrolunmadıkları işleri yapan bir takım nesiller gelir. İşte kim bunlara karşı eliyle cihad ederse o bir mü’mindir; onlara karşı kim diliyle cihad ederse o bir mü’mindir; onlara karşı kim kalbiyle cihad ederse o da mü’mindir. Bu üç tavrın dışında imandan bir hardal tanesi bile yoktur” hadisi ise yozlaşma ve sapmalarla mücadelenin, bu terimin kapsamına dâhil olduğunu göstermektedir.
Râğıb el-Isfahânîile İbn Kayyım el-Cevziyye, böyle geniş açılımları olan cihadın işlevsel yönünü şöyle derecelendirirler:
1. Nefs ile yapılan cihad: Bu, gerçek dini öğrenmek, öğrendiğini yaşamak ve öğretmekle beraber, bu uğurda her türlü zorluğa katlanmakla olur ki, bunların tümünü gerçekleştiren kişi, rabbânî diye isimlendirilir.
2. Şeytan ile yapılan cihad: Bu, şeytanın dine yönelik vesvese ve şüpheleriyle haram işlemeye dair tavsiyelerine kulak vermeyip onları defetmeye çabalamaktır.
3. Kâfir ve münafıklarla yapılan cihad: Kâfirlerle yapılanı el ve kuvvetle; münafıklarla yapılanı ise dille olur ki, bu, kâfirlerle yapılan cihaddan daha zordur.
4. Zalimlerle, bidatçilerle ve harama dalanlarla yapılan cihad: Bu da önce elle; buna güç yetirilemezse dille, bu da yapılamazsa kalple olur
Görüldüğü üzere cihad, hem İslâm’ın temel kaynakları olan Kur’ân ve Sünnet’te hem de bunların yoğurduğu Müslüman algı ve kültüründe, öncelikle ve sadece silahlı çatışma yani savaş anlamında kullanılmamıştır. O, kişinin kendisini kemâle erdirmesinin ve ardından dünyayı huzur içinde yaşanabilir bir yer haline getirme çabasının süreçsel bütünlüğünü ifade etmektedir. İslâm’ın evrensel olan mesajının insanlara ulaşması ve takip ettiği gayelerin gerçekleşmesi, öncelikle barışçıl yollarla temin edilecektir. Bu, Kur’ân’ın açık emridir. Fakat bu görev, barışçıl yollarla yerine getirilmezse savaş meydanlarındaki çatışmayla icra ihtimali belirecektir ki, bu da İslâm’ın gerçekçi bir din olmasının tezahürüdür.
Rasulullah’ın (sas) buyruğuna göre “İşin başı İslâm, direği namaz, doruğu da cihaddır”.